CHP ve HDP seçim beyannamelerini açıkladıklarında pek çoğumuz şu yorumu yaptık: 7 Haziran seçimlerinin sonuçları ne olur bilinmez ama hazırlık sürecinin muhalefet partilerine yaradığı açık. Zira muhalefet partileri bu seçimler vesilesiyle kendileri üzerine düşündüler, farklı mahallelere ulaşabilmek adına yeni söylemler geliştirme gayreti içine girdiler. Bu vesileyle bazı pozisyonların üstünü örtüp, bazı pozisyonları revize ettiler.
Muhalefet partileri hiç kuşkusuz bu süreçte ciddi bir rol kapma mücadelesi içine de girdiler. Bu noktada HDP ve CHP ciddi biçimde yakınlaştı. HDP CHP'den, CHP de HDP'den rol çalmaya çalıştı. Halen de çalışıyor. Her ne kadar, rol kapma çabası zaman zaman sahnedeki oyunu anlamayı zorlaştırsa da, yine de sahnedeki dinamizm siyaset namına hayırlı bir durum. Bu dinamizmin kaynağında ise ülkede son yıllarda yaşanan normalleşme var.
İddia edilenin aksine, AK Parti iktidarı siyaset sahnesinde ideolojik kutuplaşmayı değil, esnek siyaset üretimini teşvik ediyor. Hatta ve hatta icbar ediyor. AK Parti iktidarı ile başa çıkmak isteyen muhalefet partileri, kahir ekseriyetle, kimlik siyaseti ile yetinemeyeceklerini ve başarı elde edemeyeceklerini görmüş durumdalar. Her biri kendi meşrebi doğrultusunda bir "hizmet siyaseti" formüle etme çabası içinde.
***
CHP ve HDP için kullandığımız bu cümleleri MHP için de kullanabilir miyiz? Bu sorunun cevabını alabilmek için MHP'nin seçim beyannamesini beklememiz gerekiyordu. Nihayet 3 Mayıs'ta MHP de seçim beyannamesini açıkladı. MHP, bu beyannameyle dünyanın ve Türkiye'nin saati ve gerçekliğiyle değil, kendi saati ve gerçekliğiyle siyasete yaklaştığını açıkça gözler önüne sermiş oldu. MHP, tarihe, sürece, değişime direndiğini ortaya koydu. Ve tabii ki Türkiye'nin normalleşmesine direndiğini de göstermiş oldu.
MHP'nin kendisini gerçek bir iktidar alternatifi olarak görmediğini elbette biliyorum. Dolayısıyla da 7 Haziran seçimleri için hazırlayacağı beyannameyi de bu sorumlulukla kaleme almayacağını da tahmin ediyordum. Kemikleşmiş bir kimlik siyasetiyle yol almaktan ve tepki oylarını toplamaktan yana MHP. Fakat açıkçası beyannamede MHP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ciddi bir siyasal acziyet hissine düçar olan tabanını rehabilite etmeye dönük bir çerçeve ortaya koymamış olması dikkate değer bir durum.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde MHP tabanını bu acziyet hissine yönelten iki saik vardı. Birincisi CHP ile kurulan ittifak. İkincisi ise 17 Aralık süreci ve sonrasında Paralel Yapı'yla girilen işbirliği. MHP yönetimi, kendi iktidarını korumak, buna mukabil iktidar partisini ve Erdoğan'ı yıpratmak amacıyla bu işbirliklerine girdi.
***
MHP yönetimi bu işbirliklerinin tabanda yarattığı rahatsızlığı elbette gördü. Bu çerçevede aday belirleme sürecinde iki taktik adım attı. Birincisi "
çatı aday" Ekmeleddin İhsanoğlu'nun kendi adayı olduğunu, diğerlerinin buna ikna edildiğini göstermek amacıyla İhsanoğlu'nu milletvekili adayı gösterdi. İkincisi, Paralel yapıyla ilişkisi bilinen isimleri milletvekili aday listelerine koymadı.
Ne var ki MHP, tabanının yaşamaya devam ettiği siyasal acziyet hissini giderebilecek bir strateji geliştiremedi. Bahçeli'nin bir zamanlar "
okyanus ötesi" diye ötekileştirdiği odak ile hesaplaşma cesareti gösterememesi sadece paralel yapıya sempati duyanların oyunu yitirme korkusundan ibaret değil. Meseleyi, bütünüyle paralel yapının 2011 seçimleri öncesinde MHP yönetimine kurduğu kumpasa bağlamak da doğru değil. Devlet Bahçeli ve ekibi paralel yapı üzerinden iktidarı yıpratma taktiğini yarayışlı buluyor. Oysa bu, MHP tabanını içten içe kemiriyor. Daha önce sormuştum, yine soruyorum. MHP siyasette hangi boşluğu dolduruyor? Kimi temsil ediyor? AK Parti ve Kürt karşıtlığı üzerinden hamaset yapmak siyaset yapmak için yeterli midir? Kendi tarihine ve değişmez doğrularına bu denli saplanıp kalmak, gerçekten de bir "
tarihsel zenginlik" midir?