Savruk 'güzellik' notları paylaşalım bugün. Umberto Eco, yıllar önce 'güzelliğin tarihini' derlemişti. Kallavi bir kitap, adeta güzellik ansiklopedisi gibiydi. Hepimizin ortak algısı, öncelikle güzelliğin 'doğru oranlanmış' bir şeyden yansıdığıdır. Antik Yunan ve Roma'nın ortak güzellik algısı ise bu 'doğru oranın', doğadan yansıyan 'renklerin cazibesi' ile buluşmuş olmasında. Güzellik, günümüzde, daha çok 'kadın güzelliği' ile simgelenmiş olsa da; 'zarif', 'hoş', 'muhteşem' kelimeleriyle, hayatın birçok noktasında 'beğendiklerimizi de', 'güzel olan' ile birleştiririz.
***
Herkes için değişebilir, ama kişisel olarak en üst
'güzellik' algım;
'güzel olan' ile
'iyi olan'ın bütünlüğüdür. Zaten güzelliğin tarihine mercek tuttuğumuzda; hem kadında hem erkekte,
'güzel olan' ile
'iyi olanın' birlikteliği, ortaya hissedilmesi çok daha güçlü, farklı bir estetik buluşma çıkarır.
Yani sanki
'güzellik ile iyilik' kavramları arasında, kopmaz, derin, tanrısal, naif bir bağ var. İyi kavramının karşılığının çok çeşitlilik taşıdığını, bazen
'erdem' ile bazen de
'incelikli davranışların toplamında yeşerdiğini' hatırlamak da en doğrusu.
***
İyilik ile buluşacak
'güzellik', acaba sahip olunabildiğinde mi aynı algıyı yaratır; yoksa
'sahip olmadığımız' ya da
'uzakta kaldığımız' bir güzellik, insan için daha mı dikkat çekicidir. Bu soruya ne yanıt versek, insan ruhunun karmaşık koridorlarında, çok nesnel olmaz. Güzelliği temsil eden bazen bir insan, bazen bir eşya, bazen bir yiyecek, eğer ona sahip değilsek, daha da kışkırtıcı olabilir. Ya da tam aksine, bir zamanlar Aşık Veysel'in bilgelikle söylediği gibi;
'güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa' da, diyebiliriz.
***
İnsanların bazen yapamadığı, yapmak istemediği, yapmaya yeteneğinin olmadığı şeyler de,
'güzellik' olarak nitelenir. Yani sanatsal alan dahil, bazen kişinin ulaşamadığı da
'güzel' olur. Ama hırsın, insanlığın kendinde olmayana maddi zenginlik anlamında duyduğu aşırı tutkunun, kıskançlığın, gerçek güzellik ile ilgisi yoktur, diye düşünüyorum. Eğer
'güzelliği' bir kadına indirgersek, ruhu kötülük cehennemine yelken açmış, entrika ile büyüyerek küçülen, güç bağımlısı, ama güzel görünümlü kadın gerçek güzelliği simgeleyemez özünde.
***
Güzelliğin iyilik ile buluşmasını beklemek, güzelliğe hayranlık;
'güzelliği algılamak' ile
'ihtiyaç duyulan' arasındaki ilişkiyi de, doğru anlamak gerekir. Bir zamanlar Nobel ödüllü Norveçli yazar Knut Hamsun (1859-1952) Açlık adlı bir roman yazmıştı. Romanın kahramanı tek geçim kaynağı makaleleri olan, ama onları satamayan, çoğu zaman aç gezen bir insandı. Hamsun, açlık duygusunu öyle anlatmıştı ki, kahramanı bazen bir parça kemiği, bazen de ağaç parçasını kemiriyordu. Açlığının nedeninde gurur vardı. Kötü örnek ama aç kalan bir insanın, bulduğu ilk yiyeceği belki
'güzellik' diye tanımlamak,
'arzulanan' ile
'güzellik' arasında ters orantı olduğunu unutmak olur sanki.
***
En büyük güzellik kozmoza bakan doğanın kendisi belki.
Sonra, doğanın parçası olan insan.
Sonra, insanın asırlardır yarattığı kültür.
Sonra, insan eliyle işlenen inci gibi estetik.
İnsandan fışkıran yaratıcılıkta, bizi büyüleyen yüce sanat.
***
Bunların tümü güzellik kavramıyla buluşuyor. Güzelliğin savruk notlarında,
Umberto Eco'dan gülümseten şu alıntıyı yapmadan da, bitmez bu yazı:
"Antik Yunan'daki bazı lirik ozanlar; ancak bir dönemin ressamları, heykeltıraşları tarafından gerçekleştirilebilen kadına özgü zarafeti, yüceltmiş olabilirler.
Öte yandan, bir Picasso tablosuyla aynı dönemi paylaşan, aşk hikayesindeki güzel bir kadının güzellik tanımıyla karşılaşacak, gelecek bin yıldaki bir Marslının ise ne denli şaşıracağını düşünmek yerinde olur."
Hepinize güzel pazarlar efendim.