Silvan saldırısında yaşanan çok acı tablonun ardından yansıyan bazı görüntüler, ciddi kaygı verici. Çoğunuzun gözünden kaçmış olabilir. Önce Aydın'ın Germencik İlçesi'ne bağlı Bozköy'de bir termal otel inşaatı şantiyesinde çalışan Kürt kökenli yurttaşlar ile Türk yurttaşlar arasında çıkan 'çatışma' düzeyinde gerginlik ve sonuç ateşli silahla yaralanmalar.
Sonra Elazığ'da BDP İl Binası önünde gerçekleşen protesto. Ardından protestocular ile BDP'liler arasında yaşanan sürtüşmeler. Yine İstanbul Beşiktaş'ta yaşanan gerginlikler. İstanbul'da Aynur'un da katıldığı konserde olanlar. Son olarak yine İstanbul Zeytinburnu'nda ciddi sürtüşmeler. Gece yarısı yapılan gösteri, ardından mahalle sakinlerinin BDP binasını taşlamaları. Bazen Kürt tarafından, bazen Türk tarafından kışkırtmalar.
***
Bu küçük gibi görülen, her iki cepheden katı
'milliyetçiliğin' körüklendiği kötü örnekler, Türkiye'nin rehavete kapılmaması gereken günlerden geçtiğinin göstergesi. Bir yandan kalbimizde ve sınırlarımızda kahrolası bir savaş sürerken, yukardaki örneklerin sokağı şiddetle buluşturacak şekilde daha ileriye gitmesi, herhalde yaşayabileceğimiz en kötü tablo olurdu.
Bugünlerde, tahriklere kapılmadan, dikkatimizi hiç yitirmeden, özenle Türklerin ve Kürtlerin kardeşlik duygusunu öne çıkararak, sağduyu ile barışı savunmak, çok daha önem taşıyor. Çünkü Kürt meselesinde ince bir çizgiye gelindi.
Bir bakıyoruz, barış tohumları atılmış, savaş ortamı bitecek mi, artık ölümler sona erecek mi, diye umutlanıp, seviniyoruz. Ama hemen akabinde bir bakıyoruz ki yine yeni kanlı bir aşamaya geçmişiz. Yani tam 'ifrat ile tefrit' arasında kalmışız.
***
Bir yandan örnekleri izlediğimizde gördüğümüz: Kürt meselesinde çözüm uzadıkça, tablo daha kanlandıkça, Türk milliyetçiliği de körükleniyor, yeni eğilimlerle, kesin çizgilere kavuşuyor. Geçmişte Kürtleri
'üstü örtülü' asimilasyon sınırlarında değerlendirip
'Türk- Kürt birlikteliğini', Kürtlerin ulusal varlıklarını inkar ile kendi çizgisinde
'iyi niyetle' erimesi olarak gören mantık; kanlı görüntüler karşısında daha katı, genel Kürt düşmanlığına, karşıtlığına dönüşebiliyor. Tersine bir yaklaşım ise sadece belli sınırlara sıkışmış
'ezilen' özelliğiyle, kendi içinde sürekli tepki örgütleyen Kürt milliyetçiliğinde de somut görülüyor. Korkum, kaygı verici bulduğum,
'günah keçisi' kim olursa olsun, önümüzdeki günlerde bu karşılıklı eğilim ve tepkilerin, sokaklara taşınmasıdır. Çünkü bazen, olumsuz görüntüler arkasında genelde
'provokasyon' hareketliliği aransa da, bundan bağımsız karşılıklı
'milliyetçiliğin' körüklenmesiyle örgütlenen olaylara da tanık olabiliyoruz. Yani hayat, bir
'provokasyon'dan bağımsız, kendiliğinden de gelişebiliyor.
***
Bu nedenle barışı her koşulda savunmak çok önem taşıyor. Çünkü Kürtler kendi içinde farklılıklar oluştururken; son yıllarda özellikle başta İzmir ve İstanbul olmak üzere büyük kentlerde, göçlerin getirdiği sorunların da etkisiyle, ciddi ayrımcılıktan beslenen bir söylem gelişti. Hatta bu köşede buna örnek verdiğim bir yazıda, Cenk Saraçoğlu'nun bir çalışmasından söz etmiştim. İletişim Yayınları'dan çıkan ODTÜ'de Yardımcı Doçent Cenk Saraçoğlu'nun kaleme aldığı
"Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler" isimli bir kitaba değinmiştim.
İzmir'de gerçekleştirilen, bilimsel bir alan araştırmasını yansıtan kitap, İzmir orta sınıfında son yıllarda eğilim olarak
"ciddi Kürt karşıtlığının" yükseldiğini öne sürüyordu. Hatta yazar üzerinde düşünülecek sosyolojik bir kavram geliştirerek, İzmir'de alan çalışmasında rastladığı bu eğilimi;
"Tanıyarak, Dışlama" diye tarif ediyordu.
***
Yazarın, İzmir'deki araştırmadan çıkardığı sonuç; kanımca İstanbul, Ankara, Eskişehir, Bursa gibi benzeri büyük kentlerin tümü için geçerli. Zaten son dönemde tepkiye dayalı gelişen olaylar, bunun göstergesi. Kürt milliyetçiliği, bir yanıyla Kürt sorununu ileriye yönelik olumlu dönüştüremeyip, barış ortamının tıkanmasına yol açarken; bunun karşısında Türk milliyetçiliği de özellikle Türkiye'nin büyük kentlerinde Kürtleri
"Tanıyarak, Dışlama" eğiliminde. Geldiğimiz nokta iyi değil. Yine de umutsuz olmamak gerekir. Çetin Altan ustanın deyimiyle;
'enseyi karartmamalıyız'. Türkiye kocaman bir ülke. Bu ülkede yıllardır kardeşce yaşıyoruz. Ama artık bu ortamda bir tane bile şehit cenazesine, tek bir insanın ölmesine tahammül kalmadı.
Savaşı sonlandırmalıyız. Ekonomik krizin kapıyı çalabileceği, Avrupa'dan etkilenebileceğimiz konusunda uyarı var.
Meseleye biraz büyük bakalım: Tam 27 yıldır kendi sınırlarında sürdürdüğü savaşa, yeni bir Türkiye daha kurabilecek dek büyüklükte para harcayan bu ülkeyi, düşünün barış ortamında kim tutabilir ki? Bu halde bile, bunca karıştırmalarına rağmen, tutabiliyorlar mı?