İzmir'de, İzmir Kalkınma Ajansı'nın olumlu, başarılı, çok sayıda etkinliğinin yanı sıra; genel faaliyet çizgisinin, çalışma yönteminin, organizasyon şemasının, bazı destek paketlerinin, son günlerde sık tartışılıyor olması; genel seçim sonrasında, kalkınma ajanslarının Türkiye'de üstlendiği işlev ve işleyişiyle ilgili, yeni düzenlemeler gerektiğinin ifadesi. Konuya bu tartışmalardan ders alarak yaklaşırsak, olumlu sonuçlar çıkarmak olası.
Dünyada ilk kez, 1933 yılında Amerika'da kurulan; bugün ise Uzakdoğu'dan Afrika'ya kadar değişik bölgelerde, birçok ülkede faaliyet gösteren bu ajanslar; yönetim ve statü açısından farklı özellikler gösterseler de, ana hedefte birleşiyorlar.
***
Bu hedefi,
'yerel potansiyeli harekete geçirmek' cümlesiyle tanımlayabiliriz. Türkiye'de geçtiğimiz yıllarda, 5449 sayılı Kanun kapsamında kurulan bu ajansların
"Amaç ve kapsam"ı, kelimesi kelimesine net tanımlanarak;
"... kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, ulusal kalkınma planı ve programlarda öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu, bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak..." diye devam ediyor.
Kanunun, açıkca tarif edilmiş bu amaç bölümüne, İzmir'de ajans faaliyetlerine eleştirel yaklaşan kalkınma kurulu üyelerinin de itiraz edeceğini sanmıyorum. Zaten
'ortak akıl' aynı anlayışta buluşuyor. Sadece İzmir'de değil, Türkiye'nin farklı noktalarında da
'kalkınma ajansı' eleştirilerinin,
'ortak' toplandığı başlıklara değinelim:
Ajans tamamen
'merkeziyetçi' bir yapıda konumlanıyor. Merkeziyetçi koşullanma oluşuyor.
İl valilerinin
'Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı' kimliği, görevi üstlenmeleri, ajansların
'devletçi yapı' sergilemelerine, sivilleşmeden uzaklaşmalarına neden oluyor.
***
Bu ajanslar bu görüntüyle, '
niyet ve yönetimler ne kadar çok, iyi olursa olsun' özgürleşip, kentin önünü açacak şekilde demokratikleşemiyorlar.
Ajanslara taşınan projelerle ilgili, bulunduğu kenti yeterince tanımayan ama bağımsız olarak nitelenen
'değerlendirici kurullar'; 'subjektif ölçülerde kalıyor', 'objektif' olamıyorlar. Eşitlik yitiriliyor. Değerlendiricilikle ilgili farklı yöntemler geliştirilmeli. Doğal olarak şu anki örgütlenme
'değerlendiricilikte', 'kast' anlayışı doğuruyor. Ajans, yeni kaynak merkezi yaratıyor ama bu kaynakların ne kadarının KOBİ'ler, ne kadarının kamusal projelere ayrılacağı noktasındaki değerlendirme, objektif olamıyor.
KOBİ'lere ayrılan kaynakların ise kent gelişimiyle ilgili olup olmaması göz önüne alınmıyor. Bu da ortaya, kent kalkınmasıyla ilgisi olmayan proje desteği çıkarıyor. Ajansların yönetim kurulları dışında oluşan kalkınma kurulları, sadece
'söylem geliştirme', 'lobi' özelliği taşıyor, kurullar icrayı etkileyecek somut işleve sahip değil.
***
İzmir ile birlikte, ajansların kurulu olduğu bütün kentlerde; bu başlıklar
'ortak eleştirileri' içeriyor. Kalkınma ajanslarının en önemli rollerinden biri de; özgürleşerek bulundukları kentlerin
'kamu-özel sektör-üniversite ve sivil' bütün aktörlerini,
'birleştirici' 'buluşturucu' 'uzlaştırıcı' noktada konumlanabilmeleri. Belki de Prof. Dr. Fuat Keyman'ın deyimi ile bir
'kent arabuluculuğu'.
Ama İzmir dahil, tüm bu kentlerde, kalkınma ajansları bu işlevi üstleneceklerine, kentlerin aktörlerini,
'istemeden' birbirinden uzaklaştırıyorlar. Sonuçta bu tablo; kurumların ya da kişilerin niyetlerinden değil de; ajansların doğru işlevlerini, oturmuş bir yapılanma ile taşımamalarından kaynaklanıyor. Bu nedenle, bu eleştiriler ışığında, kalkınma ajanslarının genel seçim sonrasında yeniden yapılandırılacağına inanıyorum. Su akar, yolunu bulur, derler. Kalkınma ajansları da, yeni bir yol açarken,
'ana yolunu' bulacaktır. Bu bir zorunluluk.
İzmir dahil, diğer kentlerde de, bu ajanslara eleştiriler yönelten odalar ve sivil toplum kurumları temsilcilerinin; sürece katkı verecek yapıcı önerileri, yapıcı eleştiriler kadar önemlidir.