Macaristan'da Turan halklarının katılımıyla 9. Hun-Türk Kurultayı düzenleniyor. "Turan", Türklerin tarihi anavatanlarını ifade etmek için kullanılan bir isimdir. Farslar, İran'ın kuzeydoğusundaki coğrafyayı "Tûrân" olarak isimlendirmişlerdi. Daha sonra Ural-Altay ile Fin-Macar halkları, Turan ırkı olarak tanımlandı ve bunların anayurtları da Turan olarak anıldı.
19. yüzyılın ilk yarısında Macaristan'da "Turancılık" ideolojisi ortaya çıktı. "Uzak Anayurt" anlamında kullanılan Turancılık, Ural- Altay ve Fin-Macar halklarının birliğini savunmak manasına geliyordu. Böyle bir ideolojinin ortaya çıkmasında Cermen dilleri konuşan bütün halkları "Büyük Almanya" adı altında toplamayı hedefleyen Pancermenizm ve Slavca konuşanların tek çatı altında toplanmasını savunan Panslavizm akımı etkili olmuştu.
1850'lerden sonra Macaristan'da Türkoloji çalışmaları hayli önem kazandı. 1910'da kurulan Turan Cemiyeti, 1944 yılına kadar faaliyetlerini sürdürdü.
Hun-Türk Kurultayı.
TÜRKÇÜLÜK AKIMI
Türkler için ise Turan sadece Türkleri içine alan bir coğrafyayı ifade etmekteydi. Orhan Seyfi Orhon, Turan kelimesini açıklarken "Türk tarihinde büyük Türk ırkının kendisine vatan olarak seçtiği yerdir" demektedir. Ona göre milliyetçilik fikirlerinin henüz yayılmadığı zamanlarda, Osmanlı döneminde Türk tarihi Ertuğrul Gazi ile başlamaktaydı. Buna mukabil, Türk milletinin Osmanlı sınırlarını aşarak eski Türk tarihini hatırlamasıyla "Turan" kelimesi Türk milliyetçiliğinde önemli bir mefkûreye dönüştü.
Turancılığın Yunanların "Megali İdea"sı gibi bir yerleri ele geçirme amacı yoktu. Turancılığın amacı, yenilgiye uğramış, yeise kapılmış insanlara tarihte neler yaptıklarını göstererek istikbalde neler yapabileceklerini hatırlatmaktı.
İran ve Turan haritası.
Turancılık ile aynı manada olan "Pantürkizm", Panslavizme karşı Rusya'daki Türk aydınları tarafından savunuldu ve onlar aracılığıyla Osmanlı topraklarına taşındı. Türkçülük ve Turancılık fikir akımları, Osmanlı topraklarında özellikle II. Meşrutiyet'in 1908'de ilanıyla toplumda kendine yer bulmaya başlayıp giderek yaygınlaştı. 1908'de kurulan Türk Derneği, 1911'de kurulan Türk Yurdu Cemiyeti ve 1912'de kurulan Türk Ocağı bu fikirlerin yaygınlaşmasında oldukça etkili oldu.
Türkçülük fikir akımı Rusya bayrağı altında yaşayan Müslümanlar arasında oldukça etkiliydi. İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali (Ali Turan), Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, Mustafa Çokay gibi aydınlar Türkçülük fikrinin yayılmasında önemli rol oynadılar. Ancak Rusya'nın komünizme geçmesinden sonra Sovyet Rusya idarecilerinin baskıları sonucu etkileri azaldı.
Osmanlı aydınları, 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı'da Türkoloji alanında çalışmalarla birlikte Türk dili ve kültürüyle ilgili çalışmalar yapmaya başladılar. Mesela, Ahmet Vefik Paşa hazırladığı "Lehçe-i Osmanî" adlı lügatinde Osmanlı Türkçesi'nin Türk dili içerisinde sadece bir şive olma özelliğine sahip olduğunu ortaya koymuştu. Azerbaycan'dan, Kazan'dan gelen Türk fikir adamları da Türk dili ve kültürüyle ilgili çalışmalara hız kazandırdılar.
Türk Yurdu dergisi.
BÜYÜK TÜRK BİRLİĞİ
Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey, Türk birliğine dair yazılmış ilk şiir olan (Turan) manzumesini yazmıştı. Türkçülük ve Turancılık konusundaki fikirleri Ziya Gökalp'i etkiledi.
Ziya Gökalp, 1920'lerde Turancılıkla ilgili şöyle bir açıklama yapmıştı: "Turan kelimesi, Turlar yani Türkler demek olduğu için, münhasıran Türkleri ihtiva eden câmiavî bir isimdir. O halde, Turan kelimesini bütün Türk şubelerini ihtiva eden büyük Türkistan'a hasretmemiz lazım gelir. Çünkü Türk kelimesi bugün yalnız Türkiye Türklerine verilen bir unvan hükmüne geçmiştir.
Hüseyinzade Ali
Türkiye'deki Türk harsına dâhil olanlar, tabii bu ismi alacaklardır. Benim itikadımca, bütün Oğuzlar yakın bir zamanda bu isimde birleşeceklerdir. Fakat Tatarlar, Özbekler, Kırgızlar ayrı harslar vücuda getirdikleri takdirde, ayrı milletler hâlini alacaklarından, yalnız kendi isimleriyle anılacaklardır. O zaman bütün bu eski akrabaları kavmî bir camia halinde birleştiren müşterek bir unvana lüzum hissedilecek. İşte bu müşterek unvan Turan kelimesidir".
Turan kelimesinin muhtevası en iyi Gökalp'in şiirinde açıklanmaktaydı:
"Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan"
Yusuf Akçura
Gökalp, Turan kelimesini ilk olarak Türklerin anayurdu (Orta Asya, Ötüken çevresi ve Altay Dağları) için kullanmıştır. İkinci olarak ise Türklerin fethettiği ve bir şekilde yaşadıkları her yer Turan ile ifade edilmiştir. Gökalp'e göre Turan kelimesinin üçüncü anlamı Türklerin esaretten kurtulma ve hürriyetlerine kavuşmaları ülküsüdür. Son olarak ise Turan kelimesiyle "Büyük Türk Birliği"ni kastetmişti. Büyük Türk Birliği için Turan kelimesinin yanında "Kızılelma", "Büyük Emel" gibi kavramlar da kullanmıştı. Gökalp, Kızılelma'yı zaman zaman Turan gerçekleştikten sonra cihan hâkimiyeti hedefi olarak ifade eder.
İsmail Gaspıralı
BAKÜ'YE GÖTÜREN RUH
Ziya Gökalp, Türkçülüğün yakın ve uzak ülküsünün gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini de yorumlar. Gökalp'e göre yakın ülkünün gerçekleşme imkânı varsa da uzak ülkünün gerçekleşip gerçekleşememesi üzerinde durulmamalıdır. Çünkü "uzak mefkûre ruhlardaki coşkunluğu sonsuz dereceye yükseltmek için seçilen çok cazibeli bir hayaldir. İşte Turan mefkûresi de bunun gibidir".
Ziya Gökalp
Ziya Gökalp, Türkçülük ve Turancılık fikir akımlarını sistemleştirerek bugün bile etkisi devam eden bir ülkü hâline getirdi. Gökalp'in Turancılık anlayışı başlarda daha çok romantik özellikler taşırken daha sonra realist bir bakış açısıyla sistemli bir düşünce ürününe dönüştü.
Mustafa Kemal Atatürk, milliyet davasıyla ilgili, "Şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa edilmemelidir. Bu, şuurlu bir ülkü meselesidir. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim, biz Türklük davasını böyle müspet ölçüde ele alıyoruz" demekteydi.
Turancılık fikir akımı, her ne kadar gerçekleşmesi zor bir ülkü olsa da farklı coğrafyalarda yaşayan Türk gruplarının birbirinden haberdar olmasını, birbirlerinin dertleriyle dertlenmelerini sağlamıştı. Osmanlı ordularının teslim olmak üzere olduğu bir dönemde bütün zorluklara rağmen Nuri Paşa'yı Bakü'ye götüren de bu ruhtu.
ZİYA GÖKALP VE TURANCILIK
Bazı araştırmalarda Ziya Gökalp'in Turancılık anlayışının konjonktüre göre değiştiği ifade edilse de Necmettin Hacıeminoğlu bir çalışmasında Ziya Gökalp'in Turancılık fikrinin aslında değişmediğini, tekâmül sürecinden geçtiğini ortaya koydu. Ziya Gökalp, Turan ülküsüyle dünyaya yayılmış olan Türklerin önce dil ve kültür birliğinin, daha sonra ise siyasi birliğinin sağlanması gerektiğini savundu. O Türk'ün yakın ülküsünü şu sözlerle açıklamıştı:
"Türk bir milletin adıdır. Millet, kendine mahsus kültürü olan bir zümredir. O hâlde Türk'ün yalnız bir dili ve bir tek kültürü olabilir. Türklerin Anadolu dışında kalan kolları başka bir dil ile ayrı bir kültür meydana getirirlerse, Türk milletinin hududu daralmış oldur. Mesela uzak diyarlarda yaşayan Kırgızlar, Özbekler, Tatarlar ve Altay Türkleri zamanla farklı bir dil ve kültüre sahip olurlarsa bunları Türkiye Türkleri ile birleştirmek güçleşir. Böyle bir tehlike mevcuttur. Çünkü diğer Türk boylarıyla bağlantı kurmak bugün imkânsızdır. O hâlde birleşmesi ve birbiriyle ilgi kurması mümkün olan Oğuz birliğini sağlamaya çalışmalıyız. Böylece Türkçülerin yakın ülküsü bu olmalıdır. Ancak, bu birlik şimdiki siyasi alanda birleşmek şeklinde düşünülmemelidir. Yarın neler olacağını bilemeyiz. Fakat bugünkü ülkümüz Oğuzların kültür bakımından birleşmesidir."
Türkçülüğün uzak ülküsü ise ona göre Turan'dı: "Turan kelimesi 'Tur'lar, yani 'Türk'ler demektir. Onun için bu isim altında soyları, tarihleri, dilleri ve kültürleri aynı olan Oğuzlar, Kırgızlar, Kazaklar, Uygurlar, Başkırtlar, Özbekler, Yakutlar ve Tatarlar gibi Türk boyları toplanır. İşte bütün bu boyların dil, kültür, töre ve gelenek itibarıyla birliğini sağlamak Türkçülüğün Turan ülküsü yolundaki ikinci durağıdır..."
NOT: Gelecek hafta izinli olduğum için yazım olmayacaktır.