Yavuz Sultan Selim'in 1516-1517'de Suriye ve Mısır'ı fethiyle birlikte Hicaz bölgesi de Osmanlı hâkimiyeti altına girdi. "Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn", yani Mekke ve Medine'nin hizmetkârı unvanını alan Osmanlı padişahları bütün İslam dünyasını ilgilendiren hac organizasyonunu da yüklendiler.
HAREKET MERKEZİ ÜSKÜDAR'DI
İstanbul'dan hacca, kara veya denizyolu ile gidilirdi. Hac yolculuğu o dönemlerde oldukça meşakkatli ve uzun sürmekteydi. İstanbul'dan hacca gidiş-dönüş yaklaşık dokuz ay sürüp bir sürü tehlike altında gerçekleşirdi. Hacılar bazen müstakil yolculuk yapsalar da genellikle büyük kervanlarla ulaşım sağlanırdı.
Üsküdar'dan törenle hareket eden hac kervanları, yaklaşık iki ayda Kahire veya Şam'a varırlardı. Bu iki şehirde hazırlanan, 40-50 bin kişiden oluşan hac kervanları "Emir-i Hac" adı verilen görevlinin idaresinde ve askeri birliklerin koruması altında Haremeyn'e hareket ederdi. Suraiya Faroqhi, "Hacılar ve Sultanlar" isimli kitabında Osmanlı döneminde hac yolculuğunu ve Haremeyn'in idaresini teferruatlı olarak anlatır.
Hac kervanı.
EN ÖNEMLİ KONU GÜVENLİKTİ
Osmanlı padişahlarının en önemli görevlerinden biri, yolculuk esnasında hacıların güvenliğini sağlamaktı. Kervanların yol boyunca güvenliğini sağlamak için askeri tedbirler yeterli olmadığından, bedevilere hac kervanlarına saldırmamaları için "surre" adı verilen para dağıtılırdı. Çölde eşkıyalık yapan bedevilere hediyeler verilmek suretiyle, fazla bir kuvvet bulundurulmadan hac yolu emniyeti ve Osmanlı İmparatorluğu'nun o topraklardaki meşruiyeti sağlanmıştır.
Yolculuk esnasındaki en önemli meselelerden biri de kervanlara yeterli sayıda deve temin edebilmekti. Çeşitli Arap kabilelerinden develer kiralanır veya satın alınırdı. Üçüncü Murad zamanında Şam kervanının deve ihtiyacını karşılamak için bir vakıf bile kurulmuştu. Her hacı adayı kendi ihtiyacını kendisi karşılamakla yükümlüyken, fakir olanlara devlet yardım ederdi.
Kervanda görevli asker ve memurların da ihtiyaçları devlet hazinesinden karşılanırdı. Fakir hacılara her mola yerinde padişah adına sıcak yemek verilir, nakit ihtiyacı olanlara para dağıtılırdı. Güçsüz hacıları taşımak için deve tahsis edilirdi. Fakir hacıların ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş vakıflar vardı. Fakir hacılar önceleri devlet eliyle Haremeyn'deki hanlara yerleştirilirdi. İkinci Abdülhamid döneminde ise Mekke'de bulunan fakir hacılar için büyük bir misafirhane inşa ettirildi.
19. yüzyılda Kâbe ve çevresi.
KERVANLAR RENKLİ OLURDU
Hacdan dönüş yolculukları da kervanla olurdu. Dönüş yolculuğu için gerekli olan yiyecek, mola yerlerini korumak için yapılmış kalelerde saklanırdı. Hac kervanları çok renkli olurdu. Kervanla beraber giden kahveci, şerbetçi esnafı hacı kafilesinin önüne geçerek, çalı çırpı ile ateş yakıp seyyar dükkânlarını açarlardı. Hacı kervanındaki ehl-i keyifler, at, katır ve develerinden inerek, kahve ve şerbetlerini içerlerdi.
Hacı adaylarının hac görevlerini rahatça yerine getirdiklerine dair İstanbul'a müjdeciler gelir, ayrıca Mekke şerifi de durumu beyan eden bir mektubu padişaha gönderirdi. Hacıların karşılanışları da yolculuğa çıkışları gibi büyük törenlerle olurdu.
Hacılar
YOLLAR TEHLİKELERLE DOLUYDU
İstanbul ve Anadolu'dan hacca gelen güzergâhların dışında birkaç anayol daha vardı. Suraiya Faroqhi, bu güzergâhları detaylı olarak anlatır.
İranlıların Basra üzerinden hacca gelmeleri daha kolayken, Osmanlılar güvenlik sebebiyle zaman zaman bu yolu kapatırlardı. Böyle durumlarda İranlılar, Şam, Kahire ve Yemen güzergâhlarını kullanırlardı. İranlı hacıların zaman zaman casusluk faaliyetlerine karışmış olmalarına rağmen hukukları korunurdu. Örneğin, 1694'te İran'dan gelen hacılara eziyet eden ve fazla ücret alan Hac Emiri Assaf Paşa idam edilmiş ve aldığı fazla para da İranlı hacılara geri verilmişti. İranlıların hac yolculuğu Mekke'den sonra Necef'te Hazreti Ali'nin, Kerbela'da Hazreti Hüseyin'in mezarlarını ziyaretle tamamlanırdı. Hacca Yemen üzerinden de gelinirdi. Hindistan'dan gelen hacılar, o bölgelerde hâkim olan Portekizlilere para vererek yol izni alırlardı. Kuzey Afrikalı hacılar ise ya gemiyle Mısır'a gelip burada Kahire kervanına katılırlar ya da Kuzey Afrika'yı batıdan doğuya aşan bir kervanla Kahire'ye gelip bir süre dinlendikten sonra hac kervanına dâhil olurlardı. Denizyolu özellikle Malta korsanlarının saldırılarıyla karşılaşıldığı için tehlikeli idi. Bu yüzden hacılar, korsan saldırılarına karşı daha güvenli olan Hıristiyan gemilerini kullanırlardı.
18. yüzyılın sonlarında Medine.
HİCAZ DEMİRYOLU'NA SALDIRILAR
Orta Asya'dan gelen hacılar ise Hazar Denizi kıyılarına gelip Astarhan'da mola verdikten sonra Kırım'a giderek buradaki limanlardan İstanbul'a geçerlerdi. Rusların 1557'de Astarhan'ı işgalleriyle Orta Asya'dan hacca giden Müslümanlar zor durumda kalmış, bunun üzerine Osmanlılar, 1569'da Don-Volga kanalı projesini devreye sokarak hac yolunu yeniden açmaya çalışmışlardı. Ancak bu teşebbüsün başarısız olmasıyla bu tarihten sonra bu bölgeden hac yolculukları oldukça zor koşullarda gerçekleşti. 19. yüzyılın ikinci yarısında Süveyş Kanalı'nın açılması ve buharlı gemilerin devreye girmesiyle hac yolculuğu önceki yıllara nazaran oldukça kolaylaştı. Kızıldeniz'den Cidde'ye giden hacılar burada birkaç gün dinlendikten sonra kervanlarla Mekke'ye hareket ederlerdi. II. Abdülhamid döneminde askeri nakliyat ve hac yolculuğunu kolaylaştırmak için Hicaz Demiryolu yapılmışsa da bu demiryolu imparatorluğun dağılma sürecine girmesi yüzünden hacılar için istenilen ölçüde kullanılamadı. Bedeviler, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgedeki siyasi ve askeri etkinliğinin artmaması ve hac ulaşımından elde ettikleri gelirleri kaybetmemek için Hicaz Demiryolu'na devamlı saldırılar düzenleyerek bu teşebbüsü engellemeye çalışmışlardı.
ULAŞIM KOLAYLAŞTIKÇA HACI SAYISI DA ARTTI
19. yüzyıldan önce ne kadar insanın hacca gittiğini tam olarak tespit etmek zor. Ancak 80-100 bin kişi civarındaki insanın hacda bulunduğu anlaşılmakta. Özellikle "Hacc-ı Ekber" (Arafat'a çıkılan günün cumaya rastladığı yıllardaki hac) yıllarında hacı sayısı daha fazla olmuştur. Hacc-ı Ekber olan 1865'te hacı sayısı 150 binken, diğer bir Hacc-ı Ekber olan 1893'te ise 300 bine ulaşmıştı. 19. yüzyılın sonlarında buharlı gemilerin kullanılması ve Süveyş Kanalı'nın devreye girmesiyle hac seyahatinin kısalması sebebiyle hacı sayısı oldukça artmıştı.