10 Eylül 1509'da II. Bayezid'in hükümdarlığı zamanında İstanbul'da meydana gelen deprem, halkın hayatını altüst etmişti. İnsanlar kıyametin geldiğini düşünüyordu. Nitekim bu deprem İstanbul için o kadar yıkıcı olmuştu ki, tarihçilerce "Kıyamet-i Sugra", yani "Küçük Kıyamet" olarak adlandırılmıştı.
YİYECEK SIKINTISI ÇIKTI
Depremin halk üzerindeki en önemli tesiri barınma konusundaydı. 1070 ev yıkılmıştı ama şehirdeki birçok evde de hasar yoktu. Ancak artçı depremlerin 45 gün sürmesi, insanların evlerine uzun müddet girmesini engelledi. Halk korkudan yıkılmamış olan evlere de giremiyordu. Evlerin yanı sıra bekârların ve yolcuların kaldığı hanların önemli bir kısmının yıkılması, burada kalan insanların açıkta kalmalarına sebep olmuştu. Sokaklar, sahiller çadır ve barakalarla dolmuştu. Mevsim yaz olduğu için dışarıda barınma büyük bir sorun olmamıştı. Yaşanan büyük felaket ve devam eden artçı sarsıntılar insanların psikolojik durumlarını sarsmış, korku dolu günler ve geceler geçirmelerine sebep olmuştu. Hayvanlar da ahırlarının yıkılması sonucu insanlar gibi açık arazide kalmışlardı.
İstanbul
Çadırlarda barınan ve korku içerisinde yaşayan İstanbullular, yiyecek ve içecek temini konusunda da zorluk çekiyorlardı. Şehrin su yollarının, yani içme suyu şebekesinin deprem sonucu yıkılması hem şehri su baskınına uğratmış hem de insanların içecek su bulmalarını zorlaştırmıştı.
Şehirdeki gıda depolarının, dükkânların, fırınların ve değirmenlerin yıkılması veya harap olması da yiyecek sıkıntısı doğurmuştu. İnsanların yiyecek temininde en önemli sorun, fırınların hasar görmesi yüzündendi.
İnşaat faaliyetleriyle ilgili bir belge.
Fırınların yıkılması, halkın en önemli yiyecek maddesi olan ekmek teminini zorlaştırmıştı. Bu yüzden fırınların tamir ve inşasına diğer binalardan öncelik verildi. Yollar hasar gördüğü için insan ve hayvanların ulaşımı ile gıda ve diğer ihtiyaç maddelerinin getirilip götürülmesinde aksaklıklar yaşandı.
HER EVDEN VERGİ ALINDI
Depremin ilk korkusu atlatıldıktan sonra Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en büyük karar alma mekanizması olan Divân-ı Hümâyun toplandı. Felaketin izlerinin nasıl ortadan kaldırılacağı tartışıldı ve bu yönde kararlar alındı. Bu kararlardan biri 1999'da ülkemizde meydana gelen büyük depremde yaşadığımız ek vergi olayıydı. Her evden 22 akçe ek vergi alınmasına karar verilmişti. Bir diğer karar ise İstanbul'un yeniden imarıydı.
İstanbul'daki durumun tespiti için keşif eminleri ve hassa mimarları görevlendirilerek yıkılan veya hasar gören yerlerin keşfi yaptırıldı. Tamir edilecek büyük yapılar için bina eminleri görevlendirildi. Ardından şehrin imar edilmesi için bütün imparatorluk çapında harekete geçildi. Anadolu ve Rumeli'den binlerce işçi, usta, duvarcı ve marangoz İstanbul'a getirtildi. İmarda kullanılacak malzemenin teminini ise yeniçeri ağası nezaretindeki 11 bin asker sağlıyordu. İstanbul'un çevresindeki Tekirdağ, Gelibolu, Çorlu, Karamürsel, Şile, Yalova, Gemlik, İznik gibi şehirlerden taş, kireç gibi yapı malzemeleri toplandı.
16. yüzyılda İstanbul.
Şehrin imarı için işçi ve malzeme temini zaman aldığından İstanbullular, 1509 kışını derme çatma yerlerde ve büyük zorluklar içerisinde geçirdiler. İstanbul'daki imar faaliyetleri 29 Mart 1510'da başladı ve çok kısa bir süre zarfında 1 Haziran 1510'da bitirildi. Yapılan inşaatların kontrolünü ise Mimar Hayreddin yapmıştı. İyi hazırlık yapıldığı için 2 ay gibi kısa bir zamanda şehrin surları, köprüler, Rumeli ve Anadolu hisarlarının tahrip olan yerleri, Kızkulesi, evler, camiler, medreseler, hanlar, çeşmeler ya yeniden inşa edilmiş veya tamir edilmişti.
AHŞAP-TAŞ YAPI MÜCADELESİ
III. MUSTAFA döneminde meydana gelen 22 Mayıs 1766 depreminin en büyük hasar verdiği yer İstanbul'du. Depremin halk üzerindeki en önemli tesiri barınma konusunda olmuştu. İstanbul'daki evlerin bir kısmı yıkılmış, bir kısmı hasar görmüştü. Ancak bunlar şehirdeki bütün evlerin önemli bir kısmını oluşturmuyordu. Buna rağmen halk uzun müddet çadırlarda barınmıştı. Artçı depremlerin sekiz ay kadar sürmesi ve 22 Mayıs'tan sonra 5 Ağustos'ta şiddetli bir depremin daha yaşanması, insanların evlerine uzun müddet girmesini engellemişti. Mevsimin yaz olması dışarıda barınmayı kolaylaştırmıştı. Sarsıntıların sekiz ay sürmesi ve iki şiddetli depremin iki buçuk ay ara ile arka arkaya yaşanması insanların psikolojik durumlarını sarsmış ve korku dolu günler ve geceler geçirmişlerdi.
II. Bayezid, devlet adamlarıyla.
Depremde yıkılmayan, ancak yıkılma tehlikesi bulunan binalar insanlara korkulu günler yaşatmıştı. Şehirde geniş bir bölgede hasarlar meydana gelmişti. Bilhassa Yedikule ve Edirnekapı civarındaki binalarda yıkılmalar çoktu. Hemen her depremden etkilenen Fatih Camii tamamen harap olmuştu. Caminin kubbesi çökmüş, imaret, hastane ve medrese yıkılmıştı. 173 cami ve hamamda hasar vardı. Şehrin surları da depremden etkilenip yer yer yıkılmalar meydana gelmişti. Surların yıkılması ona bitişik veya yakınında bulunan ev, dükkân, değirmen gibi binaların hasar görmesine sebep olmuştu. Yerebatan Sarnıcı'nın desteklerinden biri çökmüş, şehrin birçok yerinde su yollarında hasarlar oluşmuştu. Vakıf eserlerin veya bunlara gelir getiren yerlerin zarar görmesi buralardan topluma verilen hizmetin aksamasına sebep olmuştu. Hayvanların ahırlarının yıkılması, onların da barınma meselesini ortaya çıkarmıştı. İnsanlar gibi açık arazide kalan hayvanlar için bir diğer sıkıntı da yiyecek temininde yaşanmıştı.
GELENEKSEL METODA DEVAM
Deprem sonrasında imar faaliyetlerine girişildi. Gerekli tamir ve inşaat işlerinin yapılabilmesi için İstanbul'un çevresindeki kaza ve nahiyelerden duvarcı, sıvacı, kireççi gibi inşaat ustaları ve yapı malzemeleri toplandı. Ancak depremin hasarlarının silinmesi zaman aldı. Fatih Camii adeta yeniden yapılarak 5 Mayıs 1771'de tekrar ibadete açıldı.
Lizbon depremi.
Depremden sonra yapılan binalarla ilgili en önemli meselelerden biri de yeniden yapılacak yerlerin devlet tarafından kârgir (tuğla veya taştan yapılma) olarak inşasının istenmesine karşılık ahalinin ahşabı tercih etmesiydi. İstanbul'un daha önceki tarihlerde geçirdiği yangınlar sebebiyle evlerin ahşap olarak yapılması istenmiyordu. İnşaatın daha çabuk tamamlanması ve yeni bir depremde taş binalarda yaşamayı tehlikeli bulduğu için insanlar binalarını ahşaptan yapmak için uğraşmış, devlet tarafından ise yapıların çoğunun kârgir olması, sadece bazı kısımlarının ahşaptan yapılması yönünde emirler çıkmıştır.
1766 depreminden sonra inşaat faaliyetleri üzerine bir araştırma yapan Deniz Mazlum, eserinde 1755 Lizbon depremi ile 1766 İstanbul depremini karşılaştırmıştır. İstanbul'a göre çok çok daha şiddetli bir depreme maruz kalan Lizbon'da yasalar çıkarılıp, inşaat faaliyetlerinde ve şehir planlamasında depremi ve yangınları dikkate alan yeni mimari uygulamalar yapılırken, İstanbul'da inşaata geleneksel metotlarla devam edilmiştir.