Solunum yoluyla insana bulaşan kızamık, aşının olmadığı dönemlerde zayıf bünyeye sahip çocuklarda ölüme sebep olabilmekteydi. Kızamık yaygın aşılamadan önceki dönemde, yılda 1 milyon insanın ölümüne neden oluyordu. Andrew Nikiforuk, Günhan Börekçi, Nuran Yıldırım, Sibel Yazıcı, Murat Küçükkuğrulu-Ersoy Zengin ve Abdülkadir Gül'ün araştırmalarında kızamığın tarihi, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki tesirleri hakkında bilgi vardır.
YÜZEN MEZARLAR
Andrew Nikiforuk, insanların yaşayış şekliyle ortaya çıktığını, yerleşik hayata geçen ve tarımla meşgul olan çiftçilerin hastalıklar için uygun bir ortam oluşturduğunu söyler. Köpeğin evcilleştirilmesi sonucu kızamık hastalığını ondan kaptıklarını ifade eder. Yine hastalıklara bağışıklığı Avrupa'ya göre çok az olan Amerika'daki yerli halkta çok fazla ölüm gerçekleştiğini vurgular. Köle ticaretinde gemilere doldurulan yerlilere Atlantik boyunca Avrupalılardan tifüs, kızamık ve çiçek bulaştığı, siyahi kölelerden beyazlara ise dizanteri, sarı humma ve sıtma bulaştığını kaydeden Nikiforuk, bu durumu biyolojik savaşların yaşattığı ağır kayıplar olarak yorumlar. Esasında Portekizliler'in köle kalyonlarına taktığı tumbieros (yüzen mezarlar) ismi acı ama haklı bir isimlendirmeydi.
Kızamık insanlar arasında şehirleşmenin artmasıyla birlikte görülmeye başladı. Her ne kadar çok eski dönemlerden itibaren görülüyorsa da 1800'lü yıllarda ölümler üzerinde etkisini artırdı. Ancak yüzyılın ortalarında iyileşen yaşam standardıyla birlikte tifüs, zatürre, kızıl, dizanteri ve çocuk felci gibi hastalıklarla beraber kızamığın sebep olduğu ölüm oranları Amerika ve Avrupa'da düştü.
DEVLET KRİZİ
Kızamık hastalığıyla ilgili ilk bilgileri veren 925'te vefat eden Endülüslü hekim Ebubekir er-Razi'dir. Çiçek ve kızamık hakkında yazdığı "el-Cüderî ve'l-hasbe" adlı eseri Latince'ye de çevrilerek 40'tan fazla baskısı yapılmıştı. Osmanlı müelliflerinden Şâbân-ı Şifâî'nin 1701'de kaleme aldığı "Tedbîrü'l-mevlûd" adlı eserde de suçiçeği ve kızamık gibi hastalıklardan bahsedilir.
Hastalığın Osmanlı'daki durumuyla ilgili kesin bilgilerimiz olmamakla birlikte bazen özel durumlarda kaynaklara yansımıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde 1603'te 13 yaşındayken tahta geçen I. Ahmed'in ve o yıllarda iki yaşında olan kardeşi Şehzade Mustafa'yla birlikte kızamık hastalığına yakalanmasının Osmanlı Devleti'ni çok büyük bir krizle baş başa bıraktığını Günhan Börekçi'nin bir makalesinden öğreniyoruz. III. Mehmed'in vefatıyla başa geçen I. Ahmed, babasının 19 kardeşini idam ettirmesinin devlet adamları ve halk üzerinde bıraktığı olumsuz etki ve kendi çocuğunun olmaması yüzünden tahta geçtiğinde atalarının aksine kardeşini idam ettirmemişti. I. Ahmed tahta geçen ilk çocuksuz padişahtı ve bu durum bir devlet krizine sebep olmuştu. Herhangi bir sebepten dolayı padişahın veya kardeşinin vefat etmesi devlet yönetimini çok müşkül bir durumda bırakabilirdi.
Çocuğu olup olmayacağı henüz belli olmayan padişahın tahta geçmesi ve tek vâris olan kardeşinin çok küçük olması Osmanlı hanedanını ve siyasi istikrarı beklenmedik bir krizin içerisine soktu. I. Ahmed'in ilk çocuğu olan Şehzade Osman'ın 1604'te doğmasıyla devlet adamları rahat bir nefes alsa da tehlike halen geçmiş değildi. Zira halkına kendisini göstermeyi seven, av seyahatlerine giden I. Ahmed bir süre sonra dışarı çıkmaz olmuştu. Öyle ki bayram selamlığına bile katılmamıştı. Sultanın dışarı çıkmamasının sebebi hem kendisi hem de kardeşi Mustafa'nın kızamığa yakalanmasıydı. Hanedanın son iki üyesinin o dönemde ölümlere sebep olabilen bir hastalık olan kızamığa yakalanmasını devrin tarihçilerince "erkân-ı devletün akılları başlarından gitti" şeklinde nitelendirilmesi durumu özetler. Neyse ki korkulan durum gerçekleşmemiş bir süre sonra genç padişah sağlığına kavuşmuştu. Dedikodulara son vermek için sarayda hükümdarın katıldığı bir tören yapılmış, sonraki gün de genç padişah Ayasofya Camii'nde namaz kılmaya gitmiş, müteakiben İstanbul'da çeşitli cami ve türbe- I. Ahmed lere ziyarette bulunmuştu.
***
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kızamık salgınları
Kızamık salgın olarak Osmanlı'da 19. yüzyılda görüldü. Nuran Yıldırım kızamığın influenza, kızıl, boğmaca, dizanteri gibi hastalıklar gibi zaman zaman İstanbul'da ortaya çıktığını ama büyük çaplı bir salgına sebep olmadığını söyler. Kızamık 1880'li yıllarda Erzurum bölgesinde etkili oldu. Özellikle Bayezid ve Hınıs çevresinde oldukça yaygındı. 1886 yılına gelindiğinde Erzurum'a bağlı kaza ve köylerde hastalık salgın haline dönüşmüş, hastalar Erzurum'daki askeri hastanede tedavi altına alınmışlardı. Erzincan ve Kelkit bölgesinde kızamığın yaygınlaşması üzerine tedavi için doktor ve eczacılar gönderildi. 1904'te Refahiye'de kızamıktan kaynaklı iki vefat haberinden sonra Erzincan Belediyesi'nde görevli doktorlar tarama yapmak için bölgeye gönderildi. Ancak Kemah ve Refahiye kazalarında sürekli olarak görev yapan belediye doktoru olmadığı için hastalıkla mücadelede istenilen seviyeye ulaşılamadı.
Anadolu'da hastalığın yayıldığı bir diğer yer Karadeniz Bölgesi'ydi. 1907'de Bafra, Samsun, Giresun ve Trabzon'da kızamıktan kaynaklı ölümlerin yaşandığı gazetelere de yansımıştı. 1909'a gelindiğinde Bayezid'de çocuklar arasına kızamıktan kaynaklı vefatların tekrar başlaması üzerine merkezden doktor talep edildi. Ancak personel eksikliği ve doktorların gitmek istememesi yüzünden vilayet merkezindeki doktorun gönderilmesi kararlaştırıldı. Erzurum Vilayeti'nde görevli doktorlardan Şerif Bey'in 1913 tarihli raporuna göre düzenli bir kanalizasyon sistemi bulunmayan ve çeşitli yollarla bulaşan içme sularından kaynaklı olarak tifo, kızıl ve kızamık gibi hastalıklar çocuklar arasında görülmeye devam ediyor ve ölümlere sebep oluyordu. Hastalığın bir diğer sebebi köy yerlerinde hayat şartlarının iyi olmamasıydı. Yeterli temiz havanın giremediği evlerde küçük bir alanda 4-5 kişinin yaşamasından kaynaklı olarak bir çocuğa bulaşan kızamığın diğerlerine de bulaşması çok zaman almıyordu.
1914-1915 yıllarında salgın hastalıklarla mücadele için çok önemli bir adım atıldı. Mecliste İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi'nin müstakil bir bütçeye sahip olması kararlaştırıldı. Bunun üzerine Çankırı Mebusu Fazıl Berki Bey kızıl, kızamık ve çiçek gibi hastalıkların Avrupa'da yok denecek kadar az olmasına karşın Osmanlı ülkesinde hâlâ çocukların öldüğünü söyleyerek atılan adımın yerinde olduğunu ifade etmişti. Sıhhiye için bağımsız bir bütçe kurulmuş olmasına rağmen miktarının fazla olmaması, yapılması düşünülen önlemleri de kısıtlıyordu. Zira toplam bütçeden sıhhiyeye ayrılan bütçe 120 bin lira kadardı. Esat (Işık) Paşa bütçenin yetersiz olduğunun farkında olunduğunu, ancak daha fazlasının da mümkün olmadığını söylemişti.
Osmanlı'da diğer salgın hastalıklar gibi kızamığa yakalananların da eşyaları tebhirhaneler (tütsüleme, etüvden geçirme) tarafından dezenfekte edilirdi. Özellikle kolera hastalığı için kurulsalar da tehaffuzhaneler de (karantinahane) kızamık için alınan önlemler arasındaydı. Salgın döneminde veya uzun yıllar süren hastalıklar için kurulan bu yerler hem bir karantina kurumu hem de bir hastane olarak hizmet vermişti. Diğer salgın hastalıkların aksine daha çok çocuklar arasında yayılan kızamık hastalığının yayılmasındaki bir diğer etki hastalığın tedavi edilme şekliydi. Hastanın cildinin iyileşmesi için hamama gönderilmesi halk arasında adet haline geldiği için hamamdaki çocuklara da bu şekilde hastalık bulaşıyordu.
Kızamıktan kaynaklı ölümler sonraki yıllarda iyice azaldı. Ancak 1933'te 1000, 1949'da 937 vefat yaşandı. Bu yıllarda hastalık pek çok köyde görülmüş ve salgın hâline dönüşmüştü. 1950-1964 yılları arasında vefat sayıları zaman zaman 400'ü bulsa da 1964'e doğru rakamlar 100'e kadar düştü.
1963 yılından itibaren Dünya Sağlık Örgütü'nün de çabalarıyla dünyada kızamık aşısı yaygınlaştı, buna paralel olarak Türkiye'de de uygulanmasıyla vakalar azaldı. Günümüzde ise aşılamanın çeşitli sebeplerle tam olarak yapılamamasından dolayı tekrar artışa geçti.