Avusturya'da ve o dönemde Avusturya İmparatorluğu'na bağlı Almanya'da 16. yüzyılda Türk korkusu o kadar fazlaydı ki her şeyde Türkler'i görürler, hayali ve gerçek her mucizevi işaretten Türkler'i çıkarırlar, kıyametin geldiğine inanırlardı.
Almanlar'ın Türk korkusu üzerine birçok eser veren Leyla Coşan ve Stephan Theiling'in "Esaretten Vaftize" isimli kitabında Almanlar'ın yaşadığı Türk korkusu teferruatlı olarak anlatılır.
KAFATASINI SERGİLEDİLER
İkinci Viyana kuşatmasından sonra Kara Mustafa Paşa, bozgunu önleyemeyince 25 Aralık 1683 günü, İstanbul'dan gönderilen görevliler sadrazamı boğdular. Sadrazamın cenaze namazı kılındıktan sonra başı kesilip, kafa derisi yüzüldü ve içi doldurularak İstanbul'a gönderildi.
Merzifonlu'nun cesedi Belgrad'da sarayının karşısındaki caminin avlusuna defnedilmişti. Belgrad 1688'de Avusturya tarafından işgal edilince, cami kiliseye dönüştürüldü. Mezarı iki Cizvit keşişi tarafından açılarak kafatası alınıp Kardinal Leopold Graf Kollonitsch'e götürüldü. Kollonitsch, gümüş işçiliği ile ünlü Augsburg'da gümüş bir kutu yaptırarak kafatasını içine koydurup, silah deposuna hediye etti. Uzun süre Viyana Belediyesi'nde saklanan kafatası daha sonra Viyana Şehir Müzesi'ne nakledildi. Yıllarca müzede ve çeşitli yerlerde sergilenen kafatası, ahlak kurallarına uygun olmadığını ancak yeni anlayabildikleri için son yıllarda artık sergilenmiyor.
Avusturyalılar, Merzifonlu'nun yalnız kafatasını alıp, götürmemiş, kaburga kemiklerini de mezarından almışlardı. Avusturyalı araştırmacı Kertsin
Tomenendal'in araştırmaları sonucunda paşanın kaburga kemiklerinin Kremsmünster Benedikten Manastırı'nın mahzenlerinde olduğu ortaya çıktı.
KEMİKLERDEN MEDET UMDULAR
Avusturyalı askerler, yalnız Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın değil birçok Türk'ün de mezarını açarak kafatası ve kemikleri ganimet olarak almışlardı. Tüccarlar Viyana önlerinde şehid edilen Türkler'in kafalarını varillerle taşıyarak sattılar. Haçlı zaferinin anısına çok sayıda kurum bu kafaları satın aldı. 1684'te Leipzig'de kurutulmuş Türk kafaları şehid askerlerimizin rütbesine göre fiyatlandırılarak satılmıştı.
İstanbul'un 1453'te Türkler tarafından fethi ve daha sonra Kanunî devrinde Almanya içlerine kadar ilerlenmesi, Avrupa'da büyük bir korkuya sebep olmuştu. Avrupalılar, ilerlemesi bir türlü durdurulamayan Türkler'den çok korktukları için yanlarında Türkler'in kemik parçalarını, derilerini ve kafataslarını muska gibi taşırlardı.
Saraylarda Türk kemiklerinin bulunduğu "Turkenpopanz" adı verilen koleksiyonlar mevcuttu. Ayrıca kaleleri Türkler'e karşı dayansın, kuvvetli olsun diye kale temellerine Türk kafataslarını gömerlerdi. Tarihçi Karl Teply, Karlstadt Kalesi'nin inşası sırasında kalenin temeline 900 Türk'ün kafatasının atıldığını söyler.
RÜTBEYE GÖRE FİYAT
LEYLA Coşan "Esaret'ten Vaftize" isimli eserinde Türk korkusuyla ilgili ilginç bilgiler aktarır:
"18. yüzyıla ait Alman "Zedler Ansiklopedisi"ndeki Türcken- Köpfe, (gedörrete) "Türk kafaları, (kurutulmuş)" maddeye göre Leipzig'de 1684 yılında Alman tüccarlar kurutulmuş Türk kafaları satarlar. Bunlar 1683 yılındaki Viyana Savaşı'nda öldürülen Türklere aittir. Tüccarların kafaları variller içerisinde getirdikleri belirtilir.
Zaferin anısına Avrupa'daki pek çok kurum bunları satın alır.
Kafanın değeri öldürülen askerin rütbesine ve konumuna göre değişir. En pahalı kafaların Türk paşalarının kafaları olduğu yazılır.
Tanesinin 4, 6, 8 ve daha fazla gümüş para karşılığında satıldığı bilgisine yer verilir. "Türckenkopf" (Türk kafası) kavramı ile esasında özellikle Türk savaşlarının yoğun olduğu dönemlerde yani öldürülen Türklerin kafaları kast edilir.
Ancak bu kullanım biçimi nadirdir.
Bu kavrama sonraları daha çok benzetmelerde rastlamak mümkündür.
Kafataslarının satılması o dönemler için bir yandan oldukça kârlı bir iş iken diğer yandan toplum içerisinde prestij kazanılmasını ya da ilgi çekilmesini sağlayan bir uğraş olarak kabul edilirdi.
Prens Wilhelm Friedrich von Sachsen-Coburg-Salfeld'in 31 Temmuz 1717'de günlüğüne düştüğü not, o dönemler için oldukça olağandı: "Bugün bir kasap bir Türk'ün kafasını kesmiş ve çok sayıda insan tarafından takip edildiğinden, kafayı kazığa oturtarak at üstünde getirmiştir". Brandenburg Kıta Komutanı Meister Dietz ise 1686'da Budin'in işgalinin ertesinde meydana gelen vahşeti çok daha net bir biçimde ortaya koyar:
"Katledilenlerin genelde derisi yüzülür, yağları yakılır, cinsel organları kesilir ve büyük çuvallara konularak kurutulur ve saklanır.
Sonrasında çok değerli mumyalar yapılır. Cesetler kesilir ve iç organlarda yutulmuş para aranır.
Heller'in de makalesinde vurguladığı gibi hem insan yağı hem de açık havada kurutulmuş insan eti o zamanlar mucizevi ilaçlar olarak kabul edilir. Bunlar Alman eczaneleri tarafından 19. yüzyıla kadar resmi olarak satışa sunulur. Ayrıca düşmanın korkunç biçimde eziyet gördüğü, bedensel uzuvların kesildiği yahut savaş esnasında başka şekillerde sakatlandığı varsayılır. Ölülerin yaydığı koku tahammül edilemez duruma gelince ve salgın hastalıklar tehlikesi artınca, insanlardan geriye kalanlar toplu mezarlara veya çukurlara gömülür.
Pohlig'e göre Türkler, Avrupa toplumu için ya "ölü olduklarında, ya da yabancı olduklarında iyi Türk" olarak kabul edilirler.
Bunun için toplum para vermeye ve Türk'ü müzeye koymaya razıdır, hem de Zedler'de belirtildiği üzere "Avrupa'nın en saygın sanat müzelerine ve kütüphanelerine".
Görülüyor ki Avrupa kültüründe Türklerin egzotikleştirilmesi ve müze objesine dönüştürülmesi, Türk korkusu kadar önemli bir fenomendir.
Zedler Ansiklopedisi'nde yer alan bu kısacık ama oldukça bilgilendirici madde sayesinde, 1745 yılında konuya ilişkin yazılanların, Aydınlanma sürecine girerken dahi güncelliğini koruduğu anlaşılır.
Buradan ortaya çıkan sonuç, sadece 1683 Kahlenberg zaferi anısının ölümsüzleştirilmek istenmediğidir.
Bu aynı zamanda Viyana önlerinde öldürülen Türk askerleri ve dolayısıyla Türk korkusu ve bu korkunun aşılmasının sembolik olarak ölümsüzleştirilmek istenmesiyle ilgilidir.
Gerçek olmayan Türk kafalarına da birkaç örnek vermek gerekirse; egzotik atraksiyon, süs eşyası ya da Türk korkusu veya zaferini hatırlatmaya yönelik olanlar dikkat çekmektedir. Özellikle metalden hazırlanmış olanlar bozulmadan günümüze kadar gelebilmişlerdir".