SABAH Posta Kutusu'nun kimliği ve kişiliği üzerine fazla söz söylemek istemiyorum. İki yıla yakın bir süredir kendi kişisel yargılarımı arka planda tutmaya çalışarak SABAH okurlarının, kimilerine katılmasam da görüş ve düşüncelerini yansıtmaya çabalıyorum. En belirgin ölçüt ise bir tartışma zemini yaratmak... Okur, elbette tepkisini verecektir, kimi okurlar burada çıkan yazıları protesto etmek ya da kınamak hakkına da sahiptir; kimi okurların beğenilerini, teşekkürlerini ilettikleri gibi... Refik Durbaş'ın herhangi bir kurum, kuruluş ve kişiye ne özel bir yakınlığı olmuştur, ne uzaklığı... Arkasında yalnızca gazetecilik mesleğinin kırk yıla yakın bilgi ve birikimi bulunmaktadır çünkü...
Bu açıklamayı 11 Ağustos tarihli SABAH Posta Kutusu'nda çıkan MEHMET KOÇAK'ın "Eczacının 'iflas' nedeni" başlıklı yazısı üzerine kimi eczacıların, üzülerek belirteyim, hakarete varan mektupları üzerine yapmak gereğini duydum. Peki, Koçak'ın yazısından bir hafta kadar önce, 2 Ağustos tarihli bu köşede eczacıların haklı sorunlarını dile getiren "Eczacı iflasın eşiğinde mi?" başlıklı yazı çıktığında kimi eczacıların tepkisi nasıldı?
TARTIŞMADA ÇİFTE STANDART...
Haklılığını savunan yazı için kuru "teşekkür"ü esirgeyenlerin, bir "karşı görüş" yazısı dolayısıyla "hakaret" ve "küfre" sığınmaları nasıl açıklanır? Böylesi bir çifte standartla nasıl bir tartışma zemini yaratacağız? Şimdi bu "tepki" mektuplarından kimilerini özetleyerek veriyorum.
MEKKE KAYA: "Sizi bu yanlı yazınızdan dolayı protesto ediyor ve kınıyorum."
UMUT UYUMLU: "Böylesine fevkalade aydınlatıcı yazılar yazacak sizler gibi gazetecilerle bu ülke kalkınacak. Devam, yazmaya devam. Ama yazanı da yazarlar."
TAÇ KUNT İPEKOĞLU: "Ne demekmiş sermayesiz, emeksiz? Elimizdeki ilaçların hepsini para sayarak aldığımız gibi okuduğumuz yıllarımızı verdiğimiz mesleğin karşılığı sizin gibi kendini gazeteci sanan kişilerle karşılaşmak oldu."
SERDAR DEMİRCAN: "Doğrusu etik olarak bu yazınızı uygun bulmadım."
HASAN PARLAKKAYA: "Terbiyesizlik yapma, yazacaksan adam gibi araştır."
ULUSAL İLAÇ POLİTİKASI...
Oysa İstanbul Eczacı Odası adına Başkan Ecz. ZAFER ASLAN, "Bugünlerde yoğun biçimde tartışılan Roche örneğinde olduğu gibi yabancı ilaç tekellerinin ülkemizi nasıl soyduğu belgelenmişken 11 Ağustos tarihli SABAH'ta yayınladığınız Sn. Mehmet Koçak'ın yazısı üzerine açıklama yapma gereği duyduk" diyor ve şunları ekliyor:
"Mehmet Koçak imzalı mektupta eczacıların kendi çıkarlarını gözettikleri iddiası bir yönüyle doğrudur. Çünkü Türkiye'de eczacıların çıkarı halkın çıkarıyla örtüşmektedir. Eczacılar ulusal ilaç politikasını ve yerli ilaç endüstrisini savunmaktadırlar. İddianın yanlış yönüne gelince, eczacılar üyelerinin örgütlülüğü açısından en başarılı meslek grubudur. Yayınlanan her yönetmelik, yasa ve tüzük, eczacılarca dikkatle izlenir. Eczacılar pazarın % 40'ını oluşturan ithal ilaçları 15-30, sınırlı sayıdaki yerli üretilen ilacı 90 günlük vadelerle alırlar. Kamuya verdikleri ilaçların parasını ise 3-4 aydan önce alamazlar. Bu durumdan şikayet etmekte son derece haklıdırlar. Cumartesi dahil günde 10 saat mesai yapan eczacının emeğinin karşılığını almak için mücadele etmesinin duygu sömürüsüyle bir ilgisi olamaz.
Sn. Koçak'ın eczacıların ithal ilaçlardaki kur farkından doğan zararlarının ödendiği iddiası doğru değildir. İlaç ithalatçılarının haksız kazançları eczacıların sırtına yüklenmiş, eczacılar pahalı aldıkları ilaçları ucuza satmak zorunda kalmışlar, bu zararın ise ancak sembolik bir kısmı eczacılara ödenmiştir. Yabancı sermayeli ilaç firmalarının yayın organı Farmaskop dergisinden bilgilenen Sayın Koçak, yabancı ilaç tekellerinin çıkarını savunmamızı mı beklemektedir?"
İşte budur tartışmanın zemini. Bu tartışmaya düzeyli yazılarıyla katılan eczacı TUNCAY AKDOĞAN ile AYŞE YASEMİN GÜREL'in görüşleri de yarın...