Bazı benzetmeler vardır ki çıkardığınız sonuçtan fazlasını ifade eder. Duygu dünyanızı, siyasi aklınızın önermelerini, benlik algınızı, korkularınızı, önyargılarınızı ve kendi dışınızdakilere nasıl baktığınızı bir anda ele verir. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, gelecek nesil AB diplomatlarını yetiştirmek için oluşturulan Diplomasi Akademisi'nin açılışında tam da böyle bir benzetmede bulundu: "Avrupa bir bahçedir... İnsanlığın inşa edebileceği, siyasi özgürlük, ekonomik refah ve sosyal uyumun en iyi birleşimidir. Dünyanın geri kalanı ise tam olarak bir bahçe değil. Dünyanın geri kalanının çoğu bir ormandır ve orman, bahçeyi istila edebilir. Bahçıvanlar onunla ilgilenmeli ancak duvarlar örerek bahçeyi koruyamazlar."
***
Borrell'in amacı AB'nin içine kapanmayarak "dünya ile çok daha fazla meşgul olması gerektiği" mesajını vermekti. Ancak "bahçe-orman" metaforundan hareketle "aksi takdirde, dünyanın geri kalanı bizi farklı yol ve araçlarla istila edecek" demesi birçok alanda itiraf anlamına geldi. Borrell'in metaforu Batı'nın "Avrupa merkezci, beyaz üstenci, sömürgeci ve ırkçı" mantığının tezahürü olarak eleştirildi. Bu mantığı sobelemek ve ifşa etmek için Batı'nın "medenileştirici-sömürgeci" dönemine geri gitmeye gerek yok. 11 Eylül'den sonra ABD'nin Afganistan ve Irak işgallerini meşrulaştırma dilini, haçlı savaşından demokrasi götürmeye varan kültüralist-ırkçı savrulmalarını, Müslümanları terörist ile eşitleyen oryantalist çıkarımlarını ve bir de bu işgallerde hangi hatayı yaptık diye kitap yazanların tatlı su itiraflarını hatırlamak yeterli.***
Borrell'in cümleleri genelde Batı'nın üstenci yaklaşımından farklı olarak Avrupa siyasi aklının ciddi korkularına işaret ediyor. Anlayacağınız mesele daha büyük. Rusya, Britanya ve Türkiye ile uyumlu bir stratejik denklem kurması gereken AB, giderek kontrolü kaybediyor. Brexit, Britanya'yı farklı bir jeopolitik oyuna yönlendirdi. Türkiye'yi çeşitli mazeretlerle dışlayan AB, şimdi Rusya'yı düşman olarak karşısında buldu. Bu sebeple, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra enerji ve ekonomiden siyasi liderliğe kadar birçok alanda kriz sarmalına girme sinyalleri veren Avrupa'da siyasetçilerin "Ne yapmalıyız?" sorusunun cevabını aramaları kadar normal bir şey yok.***
Bu arayışlar üç farklı şekilde ortaya çıkıyor. İlki, ABD ve Britanya ile Transatlantik İttifakı güçlendirmenin zorunluluğuna vurgu yapanlardan oluşuyor. Ancak Batı'nın Rusya'yı izole etmesinin en çok Avrupa'yı vurması akılları karıştırıyor. İkincisi, AB'den ziyade ulusal çözümlere odaklanan milliyetçi- sağ eğilimlere karşılık geliyor ve bu grup yükselişte. Üçüncü arayışın sahipleri, ki Borrell bu grupta yer alıyor, Avrupa'nın bir bütün haline gelmedikçe belirsizlikleri ve güç rekabeti artan yeni dünyada kendini savunamayacağını ve etkili bir rol alamayacağını düşünüyorlar. Bu gruptakiler Batı'nın zayıf ve dağınık aktörü olarak AB'nin refahı, güvenliği ve demokrasiyi koruyamayacağını görüyorlar. Kalenin karşılaştığı tehditlerin içe kapanmayla değil dışarıya yönelme ile yönetilmesini öneriyorlar. Haksız değiller. Bu defaki kriz farklı.***
Irak ve Suriye'deki krizler sığınmacı ve terör tehditleri olarak Avrupa'ya geldi. Bu sorunları doğrudan yaşayan Türkiye gibi ülkeleri ihmal ederek ve bir miktar güvenlik önlemi ile meseleyi geçiştirmek mümkündü. Hatta Yunanistan'ın sığınmacılara yaptığı insanlık dışı uygulamaları bir, iki raporla ele alarak vicdanınızı teskin edebilirsiniz. Ne de olsa bu büyük sorunlar hep Borrell'in tasnifiyle "ormanda" gerçekleşiyordu. Şimdi savaş Avrupa'nın içinde. Rusya-Ukrayna Savaşı'nın uzaması ABD, Çin, Hindistan ve diğer güçleri çok rahatsız etmiyor. Rus yayılmacı tehlikesini de buna karşı mücadelenin olumsuz sonuçlarını da en çok hisseden Avrupa... AB liderleri henüz ortak bir stratejik irade sergilemekten uzak. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne ipotekli Türkiye politikası buna sadece bir örnek. Borrell'e son bir hatırlatma, "istilacılar" olmadan da "bahçe" kendi iç kavgalarıyla "ormana" dönebilir.