Cumhurbaşkanı Erdoğan dün "2023 ve ötesinde akil ve müşfik Türk diplomasisi" temasıyla toplanan 13. Büyükelçiler Konferansı'nda dış politikanın ana konularına dair önemli mesajlar verdi. Bu mesajlar özellikle medyada 5 Ağustos'taki Soçi Zirvesi'nde Türkiye ve Rusya arasındaki ekonomik işbirliğinin derinleşmesinden rahatsızlık duyan Batı başkentleri olduğu yorumlarından sonra daha da anlamlıydı. Erdoğan'ın Suriye'de "30 km derinliğinde güvenli bir hat kurma" ve "güvenlik kuşağının halkalarını inşallah yakında birleştirme" vurgusu operasyon kararından vazgeçmediğini gösteriyor. Yine Mescid-i Aksa'nın kırmızı çizgi olduğunu söyleyerek İsrail'in Gazze'ye saldırılarını eleştirmesi normalleşme politikasının sınırlarına işaret ediyor.
***
Erdoğan'ın konuşmasındaki daha önemli mesajları şu şekilde sıralayabilirim.
1- Cumhuriyet'in temel bir dış politika düsturuna (yurtta sulh cihanda sulh) kendi döneminde getirdiği katkıyı netleştirdi. Türkiye'nin çevresinde "barış ve işbirliği kuşağı oluşturma, iyi komşuluk ilişkilerini geliştirme" anlayışıyla hareket ettiğini söyleyen Erdoğan, tahıl koridoru ve Karabağ başarılarına referansla "yurtta sulh dünyada sulh ilkesi proaktif yaklaşımlarla gerçeğe dönüşebilir. Sahada güçlü olmadan masada kazanımın güçlüğü ortadadır" vurgusu yaptı.
2- Rusya-Ukrayna Savaşı'nı mevcut küresel sistemin yetersizliğinin örneği olarak sundu. "Dünya 5'ten büyüktür" ve "adil bir dünya mümkün" söylemini hatırlatan Erdoğan, "insan, adalet, hak, hukuk ve eşitlik eksenli" yeni bir sistem çağrısını yineledi. Eylüldeki BM Genel Kurulu'nda Erdoğan'ın Rusya-Ukrayna Savaşı'nın uluslararası sistemin krizini derinleştirmesine dikkat çekmesi ve BM reformu önerisini daha güçlü şekilde ifade etmesi şaşırtıcı olmayacak. Elbette tahıl koridorunu mümkün kılan diplomasi başarısı ve Putin ile Zelenski'yi bir araya getirme ısrarından vazgeçmemesiyle dünya liderlerine bu tür çarpıcı mesajları verebilecek bir yerde.
3- Soçi Zirvesi sonrası Rusya ile yakınlaşmayı eleştirenlere cevaben Türkiye'nin stratejik konumunun zorunluluklarını hatırlattı. Türkiye'nin coğrafi konumu itibarıyla ne doğuya ne batıya sırtını dönemeyeceğini vurguladı: "Büyük Selçuklu Devleti'nin sembolü olan çift başlı kartal misali doğu ile de batı ile de ilişkilerimizi aynı anda güçlü tutmamız gerekiyor." Erdoğan, Rusya ile geliştirdiği ilişkilerin Batı ittifakı aleyhine olduğunu düşünmüyor. Aksine hem Batı ittifakı içerisindeki yerini güçlendirmek hem de Rusya dahil diğer küresel güçlerle olan ilişkilerini pekiştirmek istiyor. Bu arada, Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilerin Suriye'den Libya ve Karabağ'a uzanan rekabet-işbirliği gerilimindeki seyri hatırlanırsa Erdoğan'ın mesajı daha iyi anlaşılır
4- ABD ile ilişkilerin "değişen bölgesel ve küresel dinamiklerle uyumlu hale getirilmesinin" ortak menfaat olduğunu ve AB'ye tam üyelik hedefinden vazgeçilmediğini söyledi. Ancak Erdoğan, ABD'nin FETÖ ve PKK-YPG'ye verdiği desteği ile AB'nin çifte standartlarını hatırlatmadan geçmedi. Ankara, ABD ve AB'nin Türkiye'ye uyguladığı "müttefiklik" anlayışından rahatsız. Eşit ve adil politikalara dayalı yeni bir ilişki modeli istiyor. Kendi güvenlik çıkarlarının müttefikleri tarafından ihmal edilmesinden şikâyetçi. Ancak bu şikâyeti sadece muhataplarına iletmiyor. Aynı zamanda yeni bir ilişkiyi kurabilmek için hem diplomasiyi önceliyor hem de gerekirse belirli gerilimleri ve eleştirileri de göze alıyor.
Batı başkentleri Türkiye'nin Rusya politikasını klasik blok anlayışı ile ele alırsa hata eder. Türkiye coğrafyasından gelen sorunlarla nasıl uğraşmak zorundaysa, konumunun getirdiği fırsatları da değerlendirmek durumunda. Erdoğan'ın 13. Büyükelçiler Konferansı konuşmasından çıkardığım beşinci mesaj ise gittikçe yoğunlaşan büyük güç rekabetinin yeni dünyasında Türkiye'nin kendi uluslararası konumunu güçlendirmeyi önemsediğidir. Bu ülkemizin hem çevresindeki sorunları ve krizleri yönetebilmesinin gereği hem de küresel istikrara ve barışa katkı vermesinin yolu.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz