Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, adaylığını ve 2023 seçimlerinin tarihini (Haziran) açıklamasıyla siyaset yeni bir hareketlilik dönemine giriyor. Zaten çok hareketliydi, şimdi bütün kozların masaya konulacağı son düzlüğe girdik. Bu itibarla önümüzdeki bir yıllık seçim süreci, elitler açısından çok zorlu bir psikolojik test olma özelliği taşıyor. Elbette partilerin, adayların ve seçmen tabanlarının psikolojisinin, ülkemizde artık her birisi kritik olan seçimler öncesinde kazanma ümidi ile kaybetme endişesi arasında gelip gitmesi normal. Hatta başkanlık sisteminin özelliği olarak da siyasetin gergin ve sert dille yapılacağı anlaşılıyor.
Örnek vermek gerekirse, ABD'nin 2020 seçimlerinde yaşadığı kutuplaşma Amerikan elitlerinde bir travma bıraktı. Kongre binasının basılması ve Cumhuriyetçiler arasında seçimin çalındığına dair şüphe, Amerikan demokrasisine ciddi zarar verdi. 2024 başkanlık seçimlerini demokratik gerileme ve iç bölünme açısından kaygıyla bekleyen Amerikalı meslektaşlarım var. Türkiye ise yeni sistemin (yüzde 50 artı 1) etkisine ek olarak yirmi yıllık AK Parti iktidarını bir türlü yenemeyen ve icraatlarından rahatsız olan seçkinlerin öfkesini tecrübe ediyor. Bu öfkenin iki tarafta da bir kaygı yumağı oluşturduğunu söyleyebiliriz. İşte bu nedenle iktidar ve muhalefet cenahındaki siyasetçilerin seçimin genel psikolojisini yönetebilmesi çok önemli.
***
AK Parti iktidarının ülkemize en büyük katkısı, iç ve dış vesayet ile mücadele ederek siyaseti öncelikli hale getirmesidir. Yani sandıkla iktidara gelen siyasetçinin, ülkenin geleceğiyle ilgili kararları alabilecek yetki ve güçte olabilmesidir. Erdoğan, "Muhtar bile seçilemez" diyenleri aşarak siyaset kurumunu belirleyici konuma taşıdı. Siyasi hayatımızdaki bu yeni duruma yönelik eleştiriler de mevcut. Muhalif çevreler her gün siyasi iktidarın icraatlarını sorgulamakla meşgul. İşte son altı-yedi yıldır "seçimle belirlenen siyasetin gücü" olgusunun siyasi hayatımıza getirdiği etkilerle yüzleşiyoruz.
Siyasetçilerin sert polemikleri ve yaklaşan seçimleri "tarihi" olarak nitelemesi bununla ilgili. Ancak bu yüksek tansiyonun yönetilmesi gerekli. Demokrasi bütün aktörlere kazanmayı ya da kaybetmeyi kabul edecek kurallar bütünü ve geniş bir siyasi alan tanır. 2023 seçimlerinde ister vesayetlerle mücadele eden Erdoğan, ister muhalefetin adayı seçilsin ülkemizdeki "siyasetin belirleyiciliği" olgusu kalıcıdır. İç ve dış vesayetlerin geri gelmesine imkân tanınmamalı.
***
Pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle ülkemizde yaşanan ekonomik sorunların muhalefet cenahında 2023 seçimlerini kazanmaya dair güveni yükselttiğini gözlemliyoruz. 2019 yerel seçimlerinin sonucu da bu güveni pekiştiriyor. Partilerin kazanma ümidi ile kaybetme korkusu arasında olması motivasyon için çok anlamlı. Demokratik bir yarış için de faydalı. Ancak muhalefet partilerinin genel başkanlarının performansını düşük görerek "Her şeye rağmen yine kaybeder miyiz?" korkusu duyan bazı çevrelerin psikolojilerini yönetemediklerini görüyorum.
"Bu genel başkanlarla mevcut fırsatı heba eder miyiz?" kaygısı demokrasimize zarar verecek abartılı ve radikal yorumlara savurmamalı. Sandığa sahip çıkma çalışmalarına saygı duyulur. Ancak "seçim güvenliği" etrafında korkuları yükselterek "iktidarın seçimi hile ya da zorla bırakmayacağı" iddialarını yaygınlaştırmayı "tersine beka sendromu" olarak görüyorum. "Sandıkla bırakmayacaklar" söylemi "seçimlerin demokratik meşruluğunu" zayıflatma çabasıdır. Bu çaba herkesi vurur.
***
Muhalif çevrelerin kaygılandığı hususlar, muhalefet partilerinin dağınıklığı olabilir. 6'lı masanın program/ilkeler arayışının uzun sürmesi ve henüz bir aday sunamaması da olabilir. Erdoğan'ın adaylığını resmileştirdiği bir ortamda bu işin son üç, dört aya bırakılmasını uygun bulmayabilirler. 6'lı masanın neoliberal ekonomik modelin ötesine geçemeyeceği ihtimalinden ürkebilir ya da Kürt sorunu hakkında bir şey söyleyememesinden rahatsız olabilirler. Ancak "sandığa hile karıştırırlar" korkusu üretmek zayıf aktör patolojisinin öfkesini ve pasifliğini getirir. Malum, iktidarda olan yaptıklarının ve yapmadıklarının yükü altındadır. Bu yüke rağmen muhalefetin neden alternatif olamadığı konuşulmalı. Muhalefet korku ve kaygıları büyüterek iktidar karşısında yeni şeyler söyleyebilme avantajını küçümsüyor. Son söz elbette bu ülkede sandık ne derse odur.