Dünya başkentleri Rusya-Ukrayna krizine odaklanmışken Türk dış politikasında ezber bozan gelişmeler hız kazanıyor.
Bizler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görkemli etkinliklerle karşılandığı BAE'deyken İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un 9 Mart'ta Türkiye'ye geleceği bilgisi medyaya yansıdı. Abu Dabi'den dönüş yolunda Erdoğan, gazetecilere Suudi Arabistan ile de olumlu diyaloğun sürdüğünü açıkladı. Mart ayındaki Antalya Diplomasi Forumu bir anlamda normalleşme politikasının ara hasılasının görüleceği bir zirve olacak. Kuşkusuz Türkiye'nin BAE ve İsrail ile ilişkilerinde yaşanan normalleşme Ankara'ya yönelik bir kuşatmanın çökertilmesidir. Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısırİsrail- Körfez hattında Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de sıkıştırma emelinin boşa çıkarılmasıdır. Ancak daha önemli husus, Türkiye'nin normalleşme politikasının Körfez'deki mevcut güç dengelerini etkileyecek önemde olmasıdır.
BAE VE İSRAİL NEDEN İSTEKLİ?
Biden yönetiminin başa gelmesi ve ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi sonrası Ortadoğu'daki aktörler üç normalleşme süreci başlatmıştı: Suudi Arabistan-İran, İsrail ve Arap ülkeleri, Türkiye'nin BAE ve İsrail ile ilişkilerde yeni sayfa açması. Bu süreçlerden en etkilisi Türkiye'nin muhataplarıyla yürüttüğü normalleşmedir. Körfez'de yükselen Türkiye etkisini anlatacak kritik cümle ise Erdoğan'a ait: "Körfez bölgesindeki tüm kardeş ülkelerin güvenlik ve istikrarını kendimizden ayrı görmüyoruz." Abu Dabi seyahatinde Erdoğan, ilişkileri normalleştirmekle kalmadı, BAE'nin güvenliğini Türk milli güvenliğinin parçası olarak niteledi. Körfez'de "güvenlik ve istikrar sağlayıcı" olmak ne demek? Her şeyden önce Erdoğan'ın Körfez'in güvenliğine dair cümleleri sıradan beyanlar değil. Türkiye kendisiyle çalışıldığında istikrar ve güvenliği sağlayabilen bir ülke olduğunu sözle değil somut icraatlarıyla sergiledi. Önce 2016'dan sonra Suriye'de DEAŞ ve YPG terörü ile mücadelede gösterdi. Sonra 2017 Katar ablukası sırasında Doha'yı olası bir darbeden koruyarak gösterdi. Türkiye, Libya ile 2019'da anlaşmalar imzaladığında ve Trablus'taki Ulusal Mutabakat hükümetini kurtardığında istikrar ve güvenlik sağlayıcı aktör rolünü pekiştirdi. Bir yıl önce de Azerbaycan'ın yaklaşık 30 yıllık Karabağ sorununu çözmesine yardım ederek bu etkisini taçlandırdı. İşte, önceki Türkiye karşıtı politikalarını terk eden BAE, Erdoğan'ın liderliğinin ne anlama geldiğini bilerek teknolojiden enerji, lojistik ve savunmaya kadar geniş bir işbirliğine yöneldi.
İRAN GÜÇLENİRKEN TEHDİT HİSSEDENLER
ABD'nin İran ile nükleer anlaşmaya yakın olması ve kısa süre önce Trump dönemi yaptırımların bir kısmının kaldırılması Ortadoğu'daki birçok başkenti alarma geçiriyor. İsrail, BAE ve Bahreyn ile güvenlik anlaşması imzalarken Tel Aviv de Abu Dabi de Manama da bu anlaşmaların İran karşısında yeterli olmadığının farkında.
Nükleer anlaşma ile yaptırımlardan kurtulan Tahran'ın vekilleri ile bölgedeki iddiasını ve operasyon kapasitesini ne kadar artırabileceğini kolaylıkla tahmin edebiliyorlar. İRAM Başkanı Hakkı Uygur'un işaret ettiği gibi Obama dönemindeki anlaşmayı Suriye ve Irak'taki varlığını güçlendirmek için kullanan Tahran'ın bu seferki anlaşmayı Körfez'deki nüfuzunu pekiştirmek için seferber etmesi şaşırtıcı olmaz. Kaldı ki, Ortadoğu'daki müttefiklerine Afganistan'dan çekilme travması yaşatan ABD'nin Trump döneminde dahi müttefikleri Suudi Arabistan ve BAE'yi Husilerin füze ve Siha saldırılarından koruyamadığını hatırlıyoruz. Rusya'dan sonra Çin de Körfez'de ciddi bir atak peşinde. Büyük güçlerin rekabetinin yoğunlaştığı ve İran'ın hırslı, yeni bir nüfuz arayışına girmesinin beklendiği Körfez'deki güç ve güvenlik boşluğu İsrail ile doldurulamaz. "İstikrar ve güven sağlayıcı" rolü ile Türkiye, Körfez'in dengeleyici, başat aktörü olmaya adaydır.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz