Önceki akşam İdlib'den yüreğimizi yakan acı haber geldi.
33 askerimiz Rusya destekli Esad güçleri tarafından şehit edildi.
Milletimizin ve kahraman askerlerimizin ailelerinin başı sağ olsun.
Türk askerinin konumu Rus makamlarına bildirildiği halde hain saldırıyı engellemeyen Moskova İdlib'de yaşanandan sorumludur.
Saldırıdan sonra Ankara, tüm gece SİHA'larla 200 hedefi ve 329 rejim unsurunu etkisiz hale getirdi.
İletişim Başkanı Altun'un yaptığı açıklamaya göre "Rejim hedefleri Türkiye için meşru hedef" konumunda.
Altun, uluslararası toplumu sivilleri korumak için harekete geçmeye ve uçuşa yasak bölge kurmaya çağırdı: "İdlib'de yaşananlara göz yuman liderlerin, Ruanda'da, Bosna'da soykırımı izlemekle yetinen seleflerinden bize göre hiçbir farkı yoktur."
Son noktaya kadar diplomasi
Ankara bu uyarılarla yetinmedi.
Suriyelilere Avrupa'ya gitme kapısını araladı.
Batı başkentlerine İdlib yükünü artık tek başına taşıyamayacağını gösterdi.
NATO'yu da olağanüstü toplantıya çağırdı.
Ayrıca, Başkan Erdoğan, Trump, Putin, Merkel ve Macron gibi liderlerle görüştü.
Bu çabaların hepsi Ankara'nın İdlib krizini çözmek için diplomasiyi sonuna kadar kullanma gayreti.
Ancak kapsamlı operasyondan da vazgeçilmiş değil. Aksine Erdoğan'ın, bu konuda öncekinden daha kararlı olduğu açıklandı.
Bu itibarla Erdoğan ve Putin'in ikili zirvesi nihai kararın verileceği yer olacak.
Putin'in yaklaşımı çok önemli.
Erdoğan nezdinde erozyona uğrayan güveni kurtarabilmesi için artık çok az zamanı kaldı.
Ya Esad rejimini Soçi sınırlarına çekecek ya da Türkiye'nin bunu yapması için aradan çekilecek.
Ankara'nın baktığı başkentler
33 askerimizin şehit edilmesi kuşkusuz İdlib krizinde yeni bir aşama. Moskova saldırıdaki sorumluluğunu reddetse de Türk-Rus ilişkileri unutulmayacak bir zarar gördü.
Lider diplomasisi ikili ilişkilerdeki stratejik bir kırılma öncesi son şans.
Soçi sınırları bağlamında yeni bir uzlaşma üretilemezse son yıllarda gerçekleşen yakınlaşma yerini birbirinden uzaklaşmaya bırakabilir.
Suriye ve Libya'da rakip çıkarları bu zamana kadar yönetebilen iki başkentin arasına mesafenin girmesi İran'dan Libya'ya uzanan hatta yeni eğilimleri getirebilir.
Bu mesafeyi kullanmak isteyecek çok sayıda aktör var.
Ankara, sadece Moskova'nın ne yapacağını takip etmiyor.
Aynı zamanda Washington ve Brüksel'in tepkisini de dikkatle izliyor.
İlk açıklamalar olumlu olmakla birlikte mesele somut desteğin ne olacağında.
Bu açıdan Erdoğan'ın Trump ile görüşmesi Putin ile yaptığı kadar önemli.
Washington ne yapacak?
Washington'da "Suriye'de Rusya'ya karşı askeri angajmana girmeyelim" havası hakim olursa hem Türkiye ile ikili ilişkileri toparlama fırsatı kaçırılır.
Hem de NATO ve ABD'nin Türkiye'yi yine yalnız bıraktığı duygusu Türkiye kamuoyunda derinleşir.
"Gerçek dostunuzun, müttefikinizin biz olduğunu anladınız mı" mealindeki cümlelerin bugüne hiçbir katkısı yok.
Gün söylem değil eylem zamanı.
İdlib krizi için verilebilecek "somut desteği" şu aşamada S-400'e bağlamak da hiç isabetli değil. Muhaliflere verilecek birkaç askeri malzeme ya da sembolik açıklama ve ziyaretler hiçbir şekilde yeterli görülmeyecek.
Senatör Graham'ın "uçuşa yasak bölge kurulması" önerisi gündeme alınmalı.
Bugün İdlib'de askeri angajmandan kaçan Washington, Moskova'ya yarınki Suriye masasında bir iddiası olmadığını şimdiden deklare etmiş demektir.
Yine Rusya'nın mülteciler üzerinden Avrupa'yı esir alacağı bir sürece onay vermesidir.
Ankara'ya da Moskova ile çalışmaktan başka seçeneğin yok mesajı vermektir.
Mülteci yükünü taşıyamayan Ankara, Suriyelilerin Avrupa'ya yürüyüşünü engelleyemez.
Bu asla bir şantaj değil.
İç istikrarını koruma gayretindeki Türkiye'ye, Batı başkentlerinin dolaylı olarak sunduğu son seçeneğin uygulamaya geçmesi demek.