Üç bölgede Türkiye'ye "çekil baskısı" var. İnsani felaketi önleme amacıyla operasyon yürüttüğümüz İdlib'den, güvenlik anlaşması imzaladığımız Libya'dan ve deniz yetki alanlarındaki haklarımızı savunduğumuz Doğu Akdeniz'den... Bu üçlüden en sıcak olanı kuşkusuz İdlib. İdlib krizinin neticesi Türkiye'nin tüm Suriye'deki geleceğini etkileyecek.
Moskova'nın gerilimi bu ölçüde yükseltmesi Suriye'de siyasi geçiş süreci ile ilgili de Ankara'ya minimal bir rol öngördüğünü gösteriyor. İdlib'den sonra diğer üç bölgeden de Türk askerinin çekilmesini isteyecek bir yaklaşım sergileyeceğinin ipuçlarını veriyor. Esad'ın milyonlarca Suriyeliyi vatanından sürmesi Kremlin'in zaten umurunda değil.
Moskova sahayı askeri anlamda kontrol etmesi durumunda Avrupa ya da ABD'den gelen "insani uyarıları" ciddiye almaz. Batı siyasetçilerinin ve medyasının şimdi İdlib'e ilişkin verdiği "ahlaki uyarılar" yerini "Türkiye, daha fazla mülteci alsın" söylemine bırakır. Bunun için Türkiye, İdlib krizinden etkilenecek Almanya ve Fransa ile Rusya'yı baskılayacak ortak bir zemin üretmeye çalışıyor.
Macron ve Merkel'in Putin ile görüşerek ateşkes için bastırması olumlu.
Yine, Başkan Erdoğan'ın bu satırlar yazıldığında Putin ile yaptığı görüşme kritik önemdeydi.
İdlib'in Esad'ın eline geçmesi sadece Türkiye'yi yeni mülteci yükü altına koymaz.
Avrupa demokrasilerini de Kremlin'in elinde oyuncak haline getirir. Daha şimdiden Avrupa aşırı sağını sahiplenerek "yeni bir Avrupa" hamiliğine soyunan Moskova'nın mülteci akını baskısıyla Avrupa'yı nasıl şekillendireceğini varın hayal edin.
Bu sebeple İdlib'e ilişkin ABD ve AB'den gelen destek açıklamaları olumlu ancak kendi menfaatlerini korumak açısından yeterli değil.
Hafter'in kulağına fısıldayanlar
Libya krizinde ve Doğu Akdeniz paylaşım rekabetinde de Türkiye'ye geri adım attırma kampanyası var. Berlin Konferansı'nda bile ateşkesi imzalamayan darbeci Hafter, ateşkes için Türkiye'nin Trablus'taki askeri varlığını sonlandırmasını şart koşuyor. Gün gibi aşikar.
Ankara'nın Trablus'tan askeri gücünü çekmesi Sarrac Hükümeti'nin devrilmesi ve anlaşmanın iptali ile sonuçlanır.
Ayrıca, Hafter'in kulağına "Türkiye çekilsin" diye fısıldayanların kimler olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Meşru Libya Hükümeti ile deniz yetki alanları ve güvenlik anlaşması imzalayan Ankara, Yunanistan, Fransa, Mısır ve BAE gibi aktörlerin hem Doğu Akdeniz hem de Kuzey Afrika'daki hesaplarını zora soktu. Türkiye'nin mevcut zorluklar karşısında pes edip aktif dış politikadan vazgeçmesi en çok bu ülkeleri sevindirir.
Yunanistan Doğu Akdeniz'de, Fransa Afrika'da, İsrail ve BAE Körfez ve Ortadoğu'da, Rusya ve İran Suriye'de daha rahat at koşturabilir.
"Sert güç kullanmayalım" diyenler
Bir de içeride "orada ne işimiz var?" diyenler grubu var. "Herkesle ilişkilerimizi düzeltelim," ya da "sert güç kullanmayalım" gibi argümanlarla Türkiye'nin Suriye ve Libya gibi riskli rekabet alanlarından çekilmesini istiyorlar. Dışarının "yayılmacılık" suçlaması ile muhalefetin "sert güç kullanmayalım" eleştirisi birleşiyor.
Ankara'ya uluslararası sistemle "uyumlu" eski pozisyonuna dönmesi salık veriliyor. Bir anlamda diplomasi önerdiklerini söyleyerek Türkiye'ye "yeni bir yol haritası" çiziyorlar. Hedefleri de Erdoğan'dan kurtulmak, yaptıklarını geri çevirmek. Sorun şu ki, Türkiye sert güç kullandığı alanlardan geri çekilerek ne terörle mücadele (PKK ve FETÖ) yapabilir.
Ne Suriye'den gelen mülteci akınını durdurabilir. Ne Doğu Akdeniz'de Antalya körfezine sıkıştırılmayı önleyebilir. Velhasıl, Türkiye güç rekabetinin giderek arttığı bir dünyada milli çıkarlarını korumak için aktif olmak zorunda. Gerekirse diplomasi gerekirse sert güç yöntemiyle.
Bugünün dünyasında "sert değil yumuşak gücümüzü kullanalım" diyen siyasetçiler Arap isyanları öncesinin dünyasından kalma anlayışla hareket ediyor.
Türkiye'ye "vitesi küçült" derken aslında, "bağımlı ve pasif olmayı kabullen" diyorlar.