Libya Tezkeresi dün olağanüstü toplanan Meclis Genel Kurulunda oylandı.
CHP, HDP ve İP'nin hayır oyu verdiği tezkere, Cumhur İttifakının (325 evet) oylarıyla kabul edildi. Tezkerenin hedefi, Libya'daki meşru Ulusal Mutabakat Hükümetinin (UMH) askeri destek talebine karşılık vermek. Gerekçesi "Türkiye'nin milli çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde her türlü tedbiri almak." Amacı da 2015'de imzalanan Suheyrat Anlaşması çerçevesinde krize siyasi çözüm bulunmasına katkıda bulunmak. Hukuki dayanağı içeride Anayasa'nın 92. Maddesindeki "milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde... Türk Silahlı kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verilmesi.." kısmına dayanıyor.
Uluslararası hukuka göre ise meşru Libya hükümetinin silahlı saldırı altında olduğundan bahisle Türkiye'ye "daveti" asker göndermek için yeterli.
Meşruiyet Sorunu Yok
Mecliste tezkere üzerine konuşan muhalefet temsilcilerinin iddia ettiği gibi "uluslararası meşruiyet sorunu" yok.
Zira, iddia edilenin aksine, 26 Şubat 2011'de BM'nin Kaddafi yönetimine karşı aldığı 1970 sayılı ambargo bir engel teşkil etmiyor. Bu kararın gerekçesi Kaddafi rejimin muhaliflere insan haklarına aykırı olarak müdahalesini önlemekti.
Bu kararın kaldırılmamış olması 2015'te kurulan ve BM'nin tanıdığı UMH'ye yardım yapılamayacağı şeklinde anlaşılamaz. Kaldı ki, 1970 sayılı karar mutlak anlamda bir ambargo niteliğinde değildi.Nitekim, Güvenlik Konseyi'nin 1973 sayılı kararı, devletlere sivilleri korumak için "1970 sayılı karara bakmaksızın... her türlü önlemi alma" imkanı tanıdı.
Ankara'nın asker gönderme yetkisi almasının gerekçelerinden birisi de sivillerin korunması ve insani trajedinin önüne geçilmesi.
Milli Güvenliğin Tanımı Genişledi
Yine tezkereye "hayır" diyen muhalefetin "milli güvenlik tehlikede değil" argümanı da doğruyu yansıtmıyor.
Libya, Türkiye'nin denizden sınır komşusudur. Oradaki istikrarsızlık, terör oluşumları, kitlesel göç ve insan ticareti Türkiye'yi doğrudan ilgilendirir.
Milli güvenlik tanımlamasını sadece kara sınırlarındaki terör tehdidi olarak görmek günümüz güvenlik anlayışına uygun değil. "Libya'da ne işimiz var?" sorusu dünyanın reel gerçeklerinden kopuk. Sadece Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de güçlenmesini istemeyen ülkelerin suçlayıcı argümanlarının tekrarı mahiyetinde.
Böyle bakılırsa Libya'ya müdahil olan birçok ülke için (Rusya, BAE ve Fransa dahil) "orada ne işi var sorusu" sorulabilir.
İlginçtir, bu ülkelerde CHP tipi, gayri milli bir sorgulama yapılmıyor."Güçler rekabetine" sahne olan dünyamızda milli güvenliğin milli çıkarın merkezine oturduğunun ve tanımının genişlediğinin herkes farkında.
Önde gelen ülkeler proaktif ve önleyici savunma anlayışına geçti.Böylesi bir dönemde Türkiye'nin Libya ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını (güvenlik dahil) korumak için gerekirse askeri inisiyatife başvurması gayet doğal.
Açıktır ki, Ankara, 27 Kasım'da iki mutabakat imzaladığı UMH'nin Hafter güçleri tarafından yıkılmasını hem Libya ve çevresinin istikrarsızlaşması hem de kendi milli çıkarları açılarından tehdit olarak görüyor.Yani Libya'nın geleceği, jeopolitik anlamda güvenliğimizin merkezinde bulunuyor.
Gaye Çatışma Değil, Barışa Katkı
Tezkereye karşı çıkan muhalefetin ortak paydası iktidarın "çölde macera peşinde olduğu" iddiası. Aslında bu iddia, Ankara'yı "yeni Osmanlıcı yayılma" peşinde gören Türkiye karşıtı cephenin söyledikleriyle aynı çizgide. Halbuki Ankara'nın derdi milli çıkarlarını korumak ve barışa katkı vermek.
UMH'nın yıkılması durumunda Türkiye, Libya ile Doğu Akdeniz'de imzaladığı deniz yetki alanı mutabakatını koruyamaz.
Bu da Ankara'yı Doğu Akdeniz'deki tüm başkentlerle tek başına bırakır. Diplomaside etkin olmak için güç göstermek gerekli. Ankara, tezkereyi öncelikle caydırıcılık amacıyla çıkarttı.
Gayesi Libya iç savaşının tarafı olmak değil. Ancak bu askeri kararlılık olmadan da Hafter'in ve arkasındakilerin Berlin'de ya da BM destekli başka bir müzakere girişiminde masaya oturmayacağını bilecek kadar da tecrübeli.Buna isterseniz "Suriye'den alınan ders" diyebilirsiniz.