Sürpriz Tunus seyahatinden sonra Başkan Erdoğan, Türkiye'nin Libya'ya asker gönderme konusunu iyice netleştirdi.
Tezkerenin Meclis açılınca gündeme alınacağını belirten Erdoğan, amacın "ateşkes" ve "istikrar sağlamak" olduğunu açıkladı.
Türkiye'nin Libya'ya ilgisini de şu cümlelerle vurguladı: "Libya bizim ülkelerimizin deniz yetki alanlarının çakışması sebebiyle denizden komşumuzdur. Biz davet edildiğimiz yere gideriz. Ama davet edilmediğimiz yere gitmeyiz. Şu anda böyle bir davet olduğuna göre icabet ederiz... Biz ülkenin meşru hükümetinin yanında davete icabet ediyoruz. Çeşitli Avrupa ve Arap ülkelerince desteklenen darbeci generale karşı mücadele yürüten Trablus yönetimine her türlü desteği vereceğiz." Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin (UMH) davetine icabetin çerçevesini "askeri desteğin her türlüsünü vermek" oluşturuyor.
Somut anlamda ise "üs kurmak" şeklinde olması bekleniyor.
Hedef ne?
Hedef çatışmak değil, meşru hükümete yardım ederek "terörize ortamı" dindirmek.
Niyet, darbeci general Hafter'i destekleyen Fransa, Mısır, Suud, BAE ve Rusya'nın karşısına dikilmek değil.
"Bölgesel bir çatışma" hiç değil.
Aksine Ankara, Libya'nın komşularını da istikrarsızlaştıracak ve insani dramı büyütecek bir gidişatı engellemek istiyor.
Meşru hükümeti destekleyerek önce iki taraf arasında dengenin sağlanması ve sonra da siyasi çözüme gidilmesini hedefliyor.
Yani Libya'da askeri çözüm olamayacağını biliyor.
Ve BM sürecinin kaldığı yerden işlemesini arzuluyor. Bunun için de asker göndererek aslında müdahil tarafları masaya oturtacak güç denkleminin kurulmasına katkı sağlıyor.
Dünyanın gerçekliği bu.
Diplomasi güçle birlikte yürüyor.
Ankara, bu hedef için yalnız başına hareket etmiyor.
Ankara kurucu rolde
Erdoğan'ın daha önce Berlin sürecine Tunus, Cezayir ve Katar'ın dahil edilmesini istemesinden anlaşıldığı üzere yeni bir işbirliği hattı oluşuyor. Trablus'un düşmesinin halen Libya iç savaşından zaten terör ve mülteci boyutlarıyla etkilenen Tunus'u daha da istikrarsızlığa sürükleyeceği açık.
Şimdiden 500 bin ila 1 milyon arası mülteciden bahsediliyor.
Tunus'un yeni cumhurbaşkanı Kays Said, milli menfaati temelinde bağımsız bir dış politika yürütecek bir liderlik sergiliyor.
Mısır ve Körfez'in Kuzey Afrika'da istikrarsızlık yaratan maceracı emellerine karşı.
Libyalı kabilelerle görüşerek siyasi çözüme destek veriyor.
Yine Sisi rejiminin Hafter güçlerinin arkasında olmasından rahatsızlık duyan Cezayir de Trablus'un ayakta kalmasını istiyor.
Suudi Arabistan ve BAE'nin Libya'daki askeri faaliyetlerini rahatsız edici bulan Katar da ateşkes ve istikrar için Türkiye ile işbirliğine girme eğiliminde. Nitekim Libya İçişleri Bakanı Başağa, Tunus, Cezayir, Libya ve Türkiye'nin birlik içerisinde Libya'da istikrarı ve emniyeti sağlayacağından bahsetti.
Kuşkusuz bu hatta işbirliği ancak Türkiye'nin ve Erdoğan'ın liderliğiyle sağlanabilir.
Üçüncü ülkelerin müdahalesi
Türkiye'nin Libya'ya asker gönderme kararının halen Libya'ya müdahil olan aktörleri rahatsız edeceği aşikar.
İlk tepki Kremlin'den geldi.
Sözcü Peskov "üçüncü ülkelerin Libya'ya müdahalesinin krizin çözümüne katkı sunmayacağını" ileri sürdü.
Halbuki Türkiye çok sayıda üçüncü ülkenin müdahalesinden sonra meşru hükümetin daveti ile Libya'ya gidiyor.
Meşru hükümetin davetine icabet üçüncü ülke müdahalesi değil.
Asıl Wagner grubu gibi paralı askerlerle darbeci Hafter'in arkasında sıralan Rusya, BAE ve Mısır gibi ülkeler barışı engelleyen üçüncü ülke konumunda.
Sözün özü, Türkiye, Avrupa-Kuzey Afrika-Doğu Akdeniz-Körfez hattında dalgalanma oluşturan üç kritik adım (Libya ile mutabakat, asker gönderme ve yeni işbirliği hamlesi) attı.
Bunlara tepkileri ve muhtemel yeni denklemi analize yarın devam edelim.