Londra Zirvesi vesilesiyle Türkiye'nin Batı ile ilişkileri yeniden gündem oldu. Liderlerin NATO'nun Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu vurgulamasıyla "NATO'dan ayrılma/ çıkarılma" tartışmasının ne denli gerçeklikten uzak olduğu anlaşıldı. "Bu zirvede Ankara ne kazandı" tartışmasının yapanlar ise, Baltık Planı'na vetodan vazgeçilmesini bir taviz olarak görüyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu dün Roma'daki basın toplantısında, bu yaklaşımı reddetti. YPG/PYD'nin terör örgütü olarak tanındığı plan yayımlanmadan Baltık Planı'nın da yayımlanmayacağının altını çizdi. Onay verilen, sürecin işlemesi. Ankara, PKK'nın kolu olan YPG meselesinde geri adım atmayacak. 2016'daki YPG/PYD'yi terör örgütü olarak gören planda ısrarcı olacak. NATO'nun geleceği tartışması da Türkiye'nin kendi güvenlik çıkarlarını ittifaka kabul ettirme çabası da devam edecek. Ta ki en son 2010'da yapılan stratejik değerlendirmenin güncellenmesine kadar... Bu arada önde gelen Batılı ülkelerle ilişkilerin inişli çıkışlı bir seyir izleyeceğini de kabullenmeliyiz. Rusya ile işbirliğimiz de, Suriye ve Doğu Akdeniz politikalarımız da polemiklere konu olacak.
Erdoğan neden rahat?
"Beyin ölümü" polemiği, Baltık Planı'na veto, Barış Pınarı Harekatı'na eleştiriler, Libya mutabakatı ve YPG anlaşmazlığı gölgesinde Başkan Erdoğan'ın Batılı liderlerle gerilmesini bekleyenler yanıldı. Erdoğan'ın Trump ve Merkel ile nitelikli iletişimi olduğu biliniyor. Macron ile polemiğin derinleşmesi beklenebilirdi. Ancak iktidarda olduğu on yedi yılda Chirac, Scröder, Bush, Obama, Trump ve Putin gibi liderlerle müzakere yürüten Erdoğan için Macron'u idare etmek hiç de zor değil. Artık liderler bazı açıklamaların iç siyasete yönelik olduğunu bilecek kadar da profesyonel. Dönüş yolunda gazetecilerle toplantı yapan Erdoğan'ın keyfi çok yerindeydi. Bunun temel sebebi Türkiye'nin tezlerini muhataplarına bütün açıklığıyla anlatmış olmasının verdiği rahatlıktı. Mesele Erdoğan'ın sadece lider diplomasisinin inceliklerine hakim olması değil.
Büyük güçler rekabeti dönemi
Erdoğan, dünyanın "büyük güçler rekabeti" dönemine girdiğinin de farkında. Liberal dünya düzeni inişteyken, ikili ilişkiler de ittifaklar da yeniden şekilleniyor. Bu güncellenmenin gerilimlere de yeni işbirliklerine de açık olduğunu görüyor. Erdoğan, klasik "Batı ittifakı" yaklaşımının çöktüğünü çok iyi idrak ediyor. Bırakın NATO ile Rusya arasındaki dengeleri, ABD ile Fransa, Fransa ile Almanya arasındaki görüş ayrılıklarını yakından takip ediyor. Brexit'in getireceği belirsizliğin ve Rusya'nın artan nüfuzunun Avrupalı liderlerle müzakerede kendisine avantaj sağladığını biliyor. İç konsolidasyonu sağlayan liderlerin gelen kaotik dünyanın fırsatlarını daha iyi değerlendireceğini görüyor. İşte bu sebeple gerektiğinde polemikten ya da gerilimden kaçmıyor.
Eski "model" günlerine dönülebilir mi?
Erdoğan, son yıllarda daha kararlı şekilde Türkiye'nin milli menfaatlerinin lehine olacak şekilde uluslararası gelişmelere müdahale ediyor. Batılı liderleri eleştirmekten hiç geri durmuyor. Bu yüzden Macron, "Yunanistan'ın Libya-Türkiye anlaşmasıyla ilgili endişelerini paylaşıyorum. Türkiye, NATO üyelerinin egemenlik haklarına saygı duymalı" dediğinde Erdoğan da şu cümleyi kuruyor: "Bu konuda neden bu kadar ısrar ediyorsun? Burada senin bir hakkın var mı? Buranın garantör ülkeleri Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'dir. Peki sen nereden buraya giriyorsun?" AB'yi ya da ABD'yi eleştirmesi Batılı liderlerle menfaatleri ortaklaştırmaya çalışmasına engel değil. Hatta bu eleştirileri işbirliği amacıyla da kullanıyor. Erdoğan'ın dış politikasını Batı ile ilişkilerdeki durum için eleştirenlerin eski liberal dünya düzeninin kurallarının artık işlemediğini ve yeni bir dinamiğin oluştuğunu görmesi lazım. 2011 ya da 2012'ye dönerek Türkiye'nin uluslararası durumunun yeniden romantik "model" güzellemesi günlerine döneceğini sananlar 2013 sonrasında imtihanlarla sınanmamızı hakkıyla anlayamayanlardır.