Bugün Başkan Erdoğan kritik BM görüşmeleri için New York seyahatine başladı. Ana gündemini son haftalarda yaptığı üç önemli çıkış belirliyor:
1- "Kapıları açarız" uyarısı ile Suriyeli mültecilerin geleceğine dair destek isteği,
2- "Eylül sonu gireriz" açıklaması ile Fırat'ın doğusunda güvenli bölge kurma sürecindeki kararlılığı,
3- "Benim elimde neden nükleer füze olmasın" çıkışı ile dünya düzenindeki adaletsizlik vurgusu.
Gerek Genel Kurul konuşmasında gerekse Trump ve Merkel ile yapacağı görüşmelerde bu konulara odaklanacağını tahmin ediyorum. Erdoğan'ın üç çıkışından sonuncusunun "dünya beşten büyüktür" cümlesi ile ifade ettiği yeni bir dünya düzeni arayışı ile ilgili olduğu görüşündeyim. Zira nükleer güç peşinde olma arzusu bunu işin başında deklare etmek ile çelişir. Bu sebeple "nükleer" çıkışı özünde dünya kamuoyu ile paylaştığı gelecek yönelimli bir eleştiri. Mülteciler ve güvenli bölge uyarıları ise Fırat'ın hem doğusu hem de batısı ile alakalı. Ve birbiriyle yakından irtibatlı bu iki konu en çok da Avrupa'yı ilgilendiriyor. Batılı liderler ve kamuoyu artık Erdoğan'ın feryadını duymak zorunda.
***
Erdoğan'ın
"İdlib'de yaşananlar yalnızca Türkiye'yi değil tüm Avrupa'yı ilgilendiriyor" açıklamasından sonra
Avrupa medyası olası Suriyeli
mülteci akını üzerine yazılarla
dolup taşıyor.
Suriye iç savaşını
yıllarca Bahama Adaları'ndaki
bir sorun kıvamında ele alan
Avrupalı siyasetçiler de işin ciddiyetini
artık görüyorlar. Ankara
Zirvesi gibi toplantılarla
İdlib'deki
çatışma ve mülteci akını tehdidi
ancak bir süreliğine durdurulabilir. Avrupa medyasının
"Erdoğan'ın tuzağı, şantajı" gibi karalamaları hiçbir şey ifade etmiyor. Durum ciddi. Avrupalı liderler kendi demokrasilerinin selameti için artık Suriye'de etkili bir şekilde devreye girmek zorunda. Hem mülteciler hem de güvenli bölge konularında...
***
Türkiye'deki dört milyon Suriyeli meselesi AB'nin verdiği 3+3 milyar euro ile yönetilemez. Sadece ağustos ayında Yunanistan'a geçen kaçak mülteci sayısı 9 bin 300 oldu. İdlib'de yüzbinler Avrupa ülkelerine gitmek için hazırlıkta. Afganistan-Pakistanİran hattından gelebilecek milyonlardan bahsetmiyorum bile. Çözüm limanları kapatmakta değil, mültecilerin yurtlarında kalmasını sağlamakta. Masada Türkiye'nin
"Suriyeli mültecileri güvenli bölgelere yerleştirme" önerisinden daha iyisi yok. Merkel'in geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ı telefonla araması ve yeni formüller üretme arayışında olması bunun fark edildiğini gösteriyor. Neler yapılmalı derseniz;
Geri Kabul Antlaşması revize edilmeli ve ilave fonlar sağlanmalı.
Güvenli bölgelerin kurulması ve finansmanı konusunda Avrupa aktif destek vermeli ve ABD'yi de bu yönde baskılamalı.
PKK-YPG'ye sunulan aleni destek geri çekilmeli, bu örgütün yaptığı demografik temizlik vurgulanmalı.
Türkiye-AB ilişkilerinde yeni adımlar atılmalı. Vize serbestisi başlamalı, Gümrük Birliği güncellenmeli.
Doğu Akdeniz'deki sondajlar konusunda AB, Türkiye ile işbirliğine girmeli.
***
Önerdiklerimin kapsamlı bir AB-Türkiye işbirliği çerçevesi oluşturduğunun farkındayım. Siyasetçilerin insani meselelere duyarsız, çıkarlara hassas olduğunu da biliyorum. Bu sebeple mülteci meselesinin Avrupa'nın çok sıkıştığında savuşturacağı bir sorun olmadığı görülmeli. Avrupa'nın güvenliği ve dünyadaki yeni güç denklemlerindeki yeri için Türkiye ile yapılacak işbirliğinin stratejik önemi fark edilmeli. Bunun için de AB liderlerinin aktif bir dış politika hamlesine geçmesi ve Suriye ve Libya gibi çatışma alanlarında çözüm peşinde olması gerekli. Erdoğan'ın çıkışlarına gerçekten kulak vererek işe başlayabilirler. Umalım da BM'deki ikili görüşmeler bu yolu açsın.