Batı medyasında güçlenmekte olan yeni bir eğilim var. "Madem Erdoğan gitmiyor, dört yıl daha iktidarda, o halde ne yapmalıyız?" sorusuna cevap aranıyor. "Türkiye'yi kaybetme" riskinin de iyice arttığı kanaatiyle adına "havuç-sopa politikası" diyeceğimiz bir yaklaşım öne çıkıyor. Sonda söyleyeceğimi başta ifade edeyim; Bu yöntem çalışmaz. Bu görüşe göre, "güçlü Erdoğan'ın Batı'dan kopma hamlesine" rağmen Türkiye, Batı ittifakı içerisinde tutulmalı. Son dönemde ABD ve AB'nin gündeme getirdiği zayıf cezalandırma (yaptırımlar) yöntemleriyle Türkiye gibi "stratejik bir müttefik" kaybedilmemeli. Aksine önce güçlü yaptırımlar (sopa) gelmeli, bunu da ödüller (havuç) takip etmeli. Bu yaklaşımın son örneği The Economist'te yayımlandı.
***
Dergi,
"zor müttefik" Erdoğan'ın Atatürk'ten yüzyıl
sonra Türkiye'yi Batı'dan
uzaklaştırdığını iddia ediyor. S-400 ve
Kıbrıs açıklarında sondaj gerginlikleriyle gidişatın daha da kötüleştiğine dikkat çekiyor. AB'nin tepkisini etkisiz buluyor ve kendince
"etkili bir havuçsopa yöntemi" öneriyor:
"Erdoğan'ın gitmesini beklerken Türkiye'ye mesafeli kalmak Avrupa'nın çıkarlarına bir tavır değil... AB, yaptırımlarını ağırlaştırarak ve Rusya örneğinde yaptığı gibi Erdoğan'ın ortaklarını hedef alarak ne kadar ciddi olduğunu gösterebilir. Daha sonra Erdoğan'ı masaya getirmek için yaptırımlar hafifletilebilir. Hatta ekonomik desteğin yanı sıra gümrük birliğinin iyileştirilmesi, Türkler için vize özgürlükleri ve Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasında yönetimin ve doğal gazın paylaştırılması da dile getirilebilir."
Bunların karşılığında da
"yasa dışı sondajın sona erdirilmesi, adadaki Türk askerlerinin çekilmesi, Merkez Bankası'nın bağımsız kalması, ekonomik reformlar yapılması ve başkanlık sistemindeki geniş yetkilerin dağıtılmasını isteyebilir" imiş. AB,
Türkiye'yi kaybederse dünyada
büyük rol oynama isteğinden
vazgeçsin imiş.
***
The Economist'in haklı olduğu husus bu son cümlede. Türkiye gibi önemli bir ülkeyle ilişkisini yönetemeyen AB'nin gelen dünyanın karmaşık denklemlerinde çok zorlanacağı aşikar. Ancak
"önce sopa, sonra havuç" yaklaşımı
çok sorunlu. Müttefiklik ya da entegrasyon hukukuna uymayan, asimetrik bir yaklaşım öneriyor. Son altı yıldır Türkiye'nin hangi meydan okumalarla tek başına uğraştığını anlamıyor. Hem tam üyelik müzakereleri hem de Kıbrıs konusunda Türkiye'ye ne kadar yanlış yapıldığını görmezden geliyor.
Doğu Akdeniz geriliminin arkasında AB'nin Güney Kıbrıs'ı kayıran haksız kararları olduğunun üstünü örtüyor. Mülteciler,
Suriye ve diğer güvenlik meselelerinde
Ankara'nın yaptığı fedakarlıkları da küçümsüyor.
Dahası, Erdoğan liderliğinde Türkiye'nin bir süredir maliyetini ödediği
"bağımsız" siyasetin mahiyetini kavrayamıyor. Ankara, elbette Doğu Akdeniz ve mülteciler konularında müzakereye ve işbirliğine açık. Ancak
"önce sopa" ile kendisine yaklaşılmasını kaldıracak, eski uysal konumunda değil artık. Eşit bir ortak olarak davranılmadıkça tehditlere boyun eğmeyecek. Bunu anlamamakta ısrar edenlere Erdoğan'ın
AK Parti il başkanlarına yaptığı konuşmayı iyi analiz etmelerini tavsiye ederim. ABD'nin küresel sorumluluklarını terk ettiği bir dünyada AB, Türkiye'ye yaklaşımını kökten değiştirmeli. Artık bir süre sadece havuç sunmak ilişkileri toparlayabilir.