S-400, F-35, olası yaptırımlar, Doğu Akdeniz ve Suriye'nin kuzeyi dış politika gündeminin sıcak başlıkları. Bu başlıklar siyasetimizin dört yılını belirleyecek yeni bir trend oluşturabilir. Onun için bugün iç siyasette konuştuğumuz seçmen eğilimleri, muhalefetin güçlenen özgüveni ve yeni partileşme çabaları gibi konular bir yıl sonra bambaşka şekilde gündem olabilir. Yani, dış politika konularımız iç siyasetimizin denklemlerini köklü şekilde etkileyebilir.
Bu noktada en kritik konumda olan elbette AK Parti ve lideri Başkan Erdoğan. Onun ne yapacağı ve AK Parti'deki gidişat çok merak konusu. Merak edenlerin yanı sıra hareket halinde olanlar da var. Hareketlenmenin gayesi AK Parti'nin içe kapanması, sürekli kendisi ile uğraşması ve iç-dış baskılarla sürekli savunmada kalmasını sağlamak.
***
İşte bu sebeple Batı medyası Erdoğan'ın siyasi manevra alanını kapatmak için üretilmiş argümanlarla dolu. Bir yandan Erdoğan'ın 2023 seçimlerini kaybedeceği hatta erken seçime gidebileceği iddiaları öne sürülüyor. Diğer yandan ise S-400 kararını Erdoğan'ın şahsi tercihleri ile açıklama çabası var.
Güya, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Erdoğan, Rus füzeleri ile Külliye'yi korumaya almak istemiş. Bu çabaların Erdoğan'ın yeni hamlelerini engelleme amaçlı olduğu açık.
"Batı'ya elveda" ya da
"NATO'dan çıkaralım" söylemi de bunun için harekete geçiriliyor. İçerde ise İstanbul seçimlerinin sonuçlarından
"fazla" ders çıkaran bazı çevreler sürekli AK Parti'yi konuşuyor. Şikayet, ayrışma, hesap sorma, revizyon ve yeni partiler bağlamında... Bu abartılı gündemin iyi analiz edilmesi lazım. Elbette AK Parti'nin
seçim sonuçlarından bir muhasebe ve yeni seferberlik ruhu çıkarması şart. Yeni sistemin performansını kontrol ederek iyileştirmek zorunlu.
***
Ancak AK Parti'deki değişim çabasının sürekli kendinde hata bulma ve umutsuzluğa kapılma gibi bir hissiyatı üretmemesi gerekir. Bu iç ve dış muhalefetin istediği noktaya gelmek olur: Hamle yapma üstünlüğünü kaybetme ve savunmada kalma acziyeti. Zira Cumhur İttifakı'nın önünde dört yıl bulunuyor. Sahip olduğu yüzde 50'nin üstündeki destek ise demokratik siyaseti şekillendirebilecek büyük bir gücü temsil ediyor. Şurası net: İç ve dış muhalefet bu dört yılın etkin bir şekilde kullanılmasını arzu etmiyor. Hatta AK Parti'nin iç çekişmelerle bu dört yılı harcayacak bir psikolojiye girmesi isteniyor.
Bu amaçla ikili bir taktik uygulanıyor.
***
İlki, Gezi olaylarından, 17-25 Aralık girişiminden bu yana hiç değişmeyen yöntem. O da Erdoğan'ı, çevresini, ailesini ve güç aldığı düşünülen kurumları eleştiri yağmuruna tutmak. İkincisi de bu şahıs ve kurumların AK Parti çevrelerine bir yük olduğu tezini işlemek.
"Ümmeti bölüyorsunuz" fikrinin karşısına
"Ümmete yük oluyorsunuz" iddiasını koymak. Böylece mücadele azmini sekteye uğratmak. Halbuki Erdoğan siyaseti 2007'den bu yana hep iki şeyi sentezledi: Reform ve mücadele.
Biri eksik olursa diğeri ayakta duramaz. Ne Cumhuriyet mitinglerinde, ne Parti kapatma davasında, ne Davos'ta ne Gezi olaylarında, ne 17-25 Aralık'ta ne de 15 Temmuz'da Erdoğan ayakta kalabilirdi. Küresel ve bölgesel türbülansın hız kazandığı bir dönemde bazı AK Partililer çok sık muhalefetin söylemleri ile boğuştuklarını fark etmeli. Özeleştiri, karşı mahallenin argümanlarını içeriye taşımak olmamalı. AK Parti on yedi yılda yapabildiklerini, yapamadıklarını ve yapacaklarını iyi değerlendirmeli. Dört yıllık yetkiyi hızlıca harcatmak isteyenler var...