Trump'ın Suriye'den çekilme kararından sonra hummalı bir kampanya başladı. ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin ve yerleşik Washington elitinin üstlendiği kampanyanın hedefi çekilmeyi yavaşlatmak ve süresini uzatmak. Bu arada çekilmenin rahatsız ettiği kesimlere (YPG, Paris, Tel Aviv ve Körfez başkentleri) bir takım güvenceler vermek ve hatta mümkünse bunları sahada garanti altına almak. Tekrar ettikleri şey, Trump'ın bölgeyi bilmediği, yanlış bir zamanlama ile çekildiği ve son üç yıldaki DEAŞ ile mücadelede elde edilen kazanımları kaybettireceği. Sanki bölgeyi "bilen" ABD generallerinin Afganistan ve Irak işgalleri Ortadoğu'daki istikrarı yok etmemiş gibi... Bölgeyi terör örgütlerinin ve radikal akımların yaygınlaştığı bir bataklığa çevirmemiş gibi...
Kampanyanın iki amacı var. İlki, YPG'yi tasfiyeden kurtarmak. İkincisi de İsrail'in İran konusundaki menfaatlerini korumak. Bu amaçla "DEAŞ ile mücadele" kartı kullanılıyor. Üç argüman öne çıkarılıyor: Çekilme ile a) İran güçlenir b) DEAŞ geri döner c) Türkiye "Kürtleri" katleder.
Kürtlerden kasıt elbette terör örgütü YPG. Batı basını "Kürtlerin bir kez daha satılması" söylemiyle kampanyaya insani bir kılıf giydirmeye çalışıyor. Türkiye'nin aslında "DEAŞ ile mücadele etmeyeceği" yalanını da dolaşıma sokuyor. İsrail medyası uzun vadede "DEAŞ'ın yıkılmasının yolunun Kürdistan'dan geçtiğini" söyleyecek kadar ileri gidiyor. Zira Tel Aviv, ABD'nin bölge politikasında iki konuyu pekiştirmesini istiyordu: "İran'ın sınırlandırılması" ve "Kürdistan'ın kabul edilmesi." Trump'ın kararı ile her iki hedefi gerçekleştirmek ciddi sıkıntıya girdi. Fransız Cumhurbaşkanı Macron ise YPG kartını ele alabilme rüyası görüyor. Putin'i arayarak bu örgütün korunmasını istiyor.
Bu kampanyanın belirli bir etkide bulunduğu anlaşılıyor. Önce Trump çekilme için belirli bir süre vermediğini ve YPG'nin korunacağını söyledi. Gerçi, YPG'nin "İran'a petrol satmasından hoşnut olmadığını" da sözlerine eklemeyi ihmal etmedi. Sonra da Dışişleri Bakanı Pompeo, "DEAŞ ile mücadelenin devam edeceğini" ve "Türklerin Kürtleri katletmesinin önleneceğini" açıkladı. YPG'yi "kurtarmak" isteyenler bir şeyin farkında. Gidişat aleyhte. Türkiye, DEAŞ ile mücadele ederken Fırat'ın doğusunda konumlanacak.
Amerikan üslerinin bir kısmını devralacak. Böylece YPG'nin bulunduğu bölgeleri ister DEAŞ'a operasyon için ister DEAŞ'ın geri dönüşünü engellemek için askeri anlamda kontrolüne alacak. Bu da YPG'nin sonunu getirecek. Ve ABD koruması olmadan Suriye denkleminde YPG'nin varlığını koruması mümkün değil. Çelişki şurada; ABD hem çekilip hem de YPG'yi nasıl koruyacak? Anlaştığı Türkiye eli ile mi? Bu elbette imkansız. Ya Rusya ve Esed? Rusya, YPG'yi "ABD'nin lejyonerleri" olarak görüyor. Türkiye ile bu konuda uzlaşmaya hazır. Esed rejimi de bu örgüte özerklik vermeye yanaşmayacak. Kaldı ki Trump'ın YPG'yi satması bile sadece bir zamanlama meselesi. Kampanyanın ilk ayağı yıkılmaya mahkum. İkinci ayağa gelince...
Pompeo, Tel Aviv'i teskin etmek için "İran ile mücadelenin devam edeceğini" vurguluyor. Halbuki Trump'ın İran konusundaki pragmatizmi çok açık. İran'ın Suriye'de istediğini yapabileceğini söylüyor ve Tahran'ı kendisiyle "müzakereye" çağırıyor. Meşhur 12 şarttan "nükleer anlaşmayı yenileyerek" ve "balistik füzelerle ilgili taviz alarak" pekala vazgeçebilir. Yemen, Suriye ya da Irak'ta İran'ı sınırlandırmanın en etkili yolunu "sert yaptırımlar" olarak görüyor. Ve Trump, yaptırımların İran ekonomisini nasıl çökerttiğinin farkında. Askeri seçeneklere gerek olmadan Tahran'ın bir noktada masaya oturacağını tahmin ediyor. Pompeo, Bolton ve Jeffrey'in İran'ı sınırlandırma konusunda da Başkana istedikleri politikayı empoze edemedikleri anlaşılıyor. Bakmayın basın açıklamalarına, aslında kampanyanın ikinci ayağı da sakat. Tel Aviv'in kaygıları da teskin olmayacak.