Cumhurbaşkanı Erdoğan yılın son dış seyahatini Sudan-Çad-Tunus'a ayırdı. Bu seyahatin amacı Türkiye'nin Afrika açılımını derinleştirmek. Söz konusu ülkelerle ekonomiden savunmaya her alanda ikili ilişkileri geliştirmek. Nitekim Hartum'da Sudan ve Türkiye arasında yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi kurma kararı alındı. 12 işbirliği anlaşması imzalandı. Sudan seyahatinin durakları olan Hartum, Port Sudan ve Savakin'de Erdoğan, muhteşem bir sevgi seli ile karşılandı.
"Vatanınız Sudan'a hoş geldiniz" posterleri dikkat çekiyordu. Yine Sudan Milli Meclisi'nde yaptığı konuşma tekbirler ve alkışlarla kesildi. Bu coşkunun sebebi sadece iki ülke arasındaki tarihi bağlar değildi. Elbette, Erdoğan'ın Sudan'ı ziyaret eden ilk Türk cumhurbaşkanı olması önemliydi.
İki ülke arasındaki ticari ilişkileri 500 milyon dolardan 10 milyar dolar seviyesine çıkarma hedefini açıklaması da değerliydi. Sudan'ın yoğun bir şekilde tecrit edildiği dönemde Hartum'a verdiği destek de unutulmayacak bir tavırdı. Ekonomik ambargo kalksa da Sudan'ın siyasi tecridi henüz bitmiş değil.
Ancak asıl ilgi, Erdoğan'ın son yıllardaki siyaset yaklaşımına ve üstlendiği liderlik rolüneydi. Uluslararası sistemin adaletsizliklerini itiraz etmesineydi. Afrika'da bitmeyen kolonyal tahakkümü reddederek "egemenlik haklarına saygı" temelinde işbirliği arayışınaydı. "Modern emperyalistlere" karşı birlikte mücadele önerisineydi. Daha önemlisi, Erdoğan'ın hem İİT'nin İstanbul Zirvesi'nde hem de BM Genel Kurulu'nda Kudüs'ün statüsü hakkında gösterdiği diplomatik gayrete idi. İsrail'in yayılmacılığını ve zulmünü insanlığın ortak bir sorunu olarak gündeme getiren devlet adamı olmasınaydı. Erdoğan'ın, ABD Başkanı Trump'ı "başını iki elinin arasına alıp yanlıştan geri dönmeye" en yüksek sesle çağıran liderliğineydi.
Milli Meclis'teki konuşmasında Erdoğan, Kudüs'te insanlığın, Müslümanların ve Hıristiyanların söz hakkı olduğunu vurguladı. Trump'ı İsrail'in zulmüne seyirci kalmakla, danışmadan karar vermekle eleştirdi. "Dünyanın 5'ten, hele hele 1'den büyük" olduğu cümlesini tekrarladı. Erdoğan'ın Trump'a yönelttiği eleştirilerin Washington'ı rahatsız ettiğini tahmin etmek zor değil. Halbuki Erdoğan'ın Kudüs konusunda Trump'a yönelttiği eleştiriler uluslararası toplumun ortak kaygılarını seslendiriyor. Tıpkı Batı merkezli sisteme yönelttiği diğer eleştiriler gibi. Batı medyasında Erdoğan'ı "otoriter, İslamcı ya da Türkiye'yi Batı'dan koparan lider" olarak resmedenlerin üstünü örttüğü gerçek burada yatıyor. Erdoğan "daha adil, daha iyi bir dünya" söyleminin yeni bir versiyonunu üretiyor. Hem de "bedel ödemek gerekse bile zorbalığa karşı mücadele edeceğiz" vurgusuyla. Erdoğan'ın dile getirdiği eleştirilerin giderek kaotik bir hal alan dünyada Türkiye'ye bir söylem gücü verdiği ortada. ABD'nin küresel sorumluluklarından soyunduğunu ve ekonomik milliyetçiliği esas aldığını ilan ettiği Trump döneminde bu söylemin Türkiye'nin ötesinde ayrı bir ehemmiyeti var.
Bu versiyon, Batı ile "onurlu bir ilişki" isteyen bütün halklara eşitlik temelinde refahı büyütme önerisinde bulunmakla kalmıyor. İçine kapanma eğilimindeki ABD ve Avrupa toplumlarına da gücün, hakkı göz ardı etmesinin gelecekte getireceği felaketlere karşı uyarıda bulunuyor. Önümüzdeki dönemin trendi, Trump'ın güvenlik stratejisinin ilan ettiği gibi, "ekonomik güvenliğe" endeksli güç mücadeleleri olacak. Küresel ticaretin gerektirdiği Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar korunacaksa da başta ABD olmak üzere büyük güçler sıklıkla milli çıkarlarını uluslararası normların üstünde tutacak.
Bu yeni dönemin söylemi her ülkenin kendi büyüklüğü etrafında şekillenecek. Aslında Putin bu tercihi Trump'tan önce yapmıştı. İşte böylesi bir ortamda Erdoğan'ın söylemi, bir bölgesel güç olarak Türkiye'nin hakça ilişkiler temelinde ekonomik işbirliğini ilerletme arayışı... Kızışacak güçler rekabetinde Ankara'ya yeni bir rol biçme arzusu... Bu arayışın, ABD ile ilişkilerin değişen yapısının getireceği türbülanslarla da yüzleşmesi gerekecek.