New York'ta, İran ambargosunu "delme" iddiasıyla yürütülen dava "şov" kıvamında devam ediyor. Zarrab baş sanık konumundan çıkarılarak tanık sandalyesine oturtuldu.
Çizdiği şemalarla ve kibarlığıyla hâkimi ve jüri üyelerini "para aklama" mekanizmaları, yolları hakkında bilgilendiriyor.
Bu şovun en hararetli seyircileri de salonu dolduran FETÖ mensupları.
Ne de olsa bu davada tanık olarak "dosyaları" ABD'ye kaçıran abileri, FETÖ'cü polis şefleri sırada. Onların gözünde nihayet bir ABD mahkemesi 17-25 Aralık yargı darbesi girişiminin "iddialarını" sahiplenecek bir atmosfer yarattı.
Şimdi ise FETÖ mensuplarının önce 17-25'in gerçekten "yolsuzluk operasyonu", daha sonra ise 15 Temmuz darbe girişiminin de AK Parti'nin "kontrollü darbesi" olduğunu ilan etme zamanı. Yani FETÖ nezdinde "kumpas" ve "darbe" suçlamalarından aklanma dönemi geldi.
Halbuki bu davanın seyri ne olursa olsun, Türkiye'nin maşeri vicdanında FETÖ "darbeci" hükmüyle damgalanmıştır. Bir daha asla bu ülke örgüt mensupları için yaşam alanı olamayacaktır. Bütün yönleriyle siyasi olan bu davanın, ABD cenahı ise çok boyutlu.
2013'ten bu yana Türkiye'nin çıkarlarını ihlal etmeyi müttefiklik hukuku içinde görmeyen ABD, konuyu sadece bir "ambargo delme" davası olarak sunmayı tercih ediyor.
Önümüzdeki hafta çapraz sorgular ve Atilla'nın savunma avukatının söyledikleri ile davanın gidişatı daha da netleşecek.
Savunma, "kanıtların" toplanma şeklinin dahi hukuka aykırı olduğu görüşünde.
Ancak şimdiye kadar davanın seyri birkaç hedefin aynı anda gerçekleştirildiğini gösteriyor. Bir yanda İran'a yaptırımların ihlal edilmesi suçlamasıyla Halkbank'a ceza kesecek bir dosya toparlanıyor. Diğer yanda İran'ı "sınırlandırma" stratejisinin ciddiyeti Türkiye üzerinde dost, düşman herkese gösterilmiş oluyor.
Bu arada Zarrab'ın ifadeleri ile Türkiye siyasetinde tekrardan "yolsuzluk" tartışması başlatacak veriler de sunuluyor.
Zaten CHP lideri Kılıçdaroğlu gidişatı görerek yeni bir sahte belge olayına imza attı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi hakkında asılsız birtakım iddialar ortaya koydu.
Böylece hazır Zarrab'ın mahkemedeki ifadeleri devam ederken aralık ayını "yolsuzluk" tartışması üzerinden iktidarı sıkıştırmaya ayırdı. Şurası net: Aralık 2013'te Türkiye'nin tartışarak aştığı bir kampanya, sonrasında yaşanan bu kadar çok şeyden sonra, 2017'nin sonunda Türkiye kamuoyunda istenen etkiyi oluşturmayacak. 17-25 Aralık operasyonunun 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ilk etabı olduğu yönünde çok güçlü bir siyasi bilinçlenme var.
ABD ve AB başkentlerinin hem PKK hem de FETÖ ile mücadelede Türkiye'yi nasıl yalnız bıraktığı zihinlere kazınmış durumda. Türkiye'nin gönderdiği delil dosyalarını sürekli yetersiz bulan ABD kurumlarının Gülen ve militanları hakkında hiçbir işlem yapmazken FETÖ'cülerin ürettiği "delillerle" dava yürütmesinin samimiyetsizliği herkesin dikkatini çekiyor. Bununla birlikte davanın asıl zararı Türk-ABD ilişkilerine ve Türkiye'deki ABD algısına oluyor.
ABD'nin Türkiye'nin düşmanı olduğunu söyleyenlerin malzemesi her geçen gün artarken, dostluktan bahsedenlerin sesi iyice kısılıyor. YPG'ye destek, FETÖ'yü sahiplenme ve Halkbankası'nı cezalandırma gayreti ABD karşıtlığını alevlendiren hatalar olarak tarihin sayfalarına geçecek.
"Demek ki FETÖ'nün bütün operasyonlarının arkasında ABD çıkarlarının korunması varmış", "İran yaptırımları hikâyesi varmış" kanaati pekişecek. FETÖ'nün devletin kritik kurumlarında örgütlenmiş iken neden kendi geleceğini tehlikeye atarak Erdoğan'a karşı operasyona geçtiğinin açıklamasını bulacak.
Bu davanın hâkiminden bilirkişisine, tanıklarından delillerine kadar "FETÖ patentli" olduğu algısı oturacak. Yoksa, "FETÖ'nün son dönemde yaptıklarının ABD patentli olduğu algısı yerleşecek" mi demeliydim