Çarşamba günü gerçekleşen Yüksek Askeri Şûra ile TSK'nın yeni komuta kademesi oluşturuldu.
Sivil denetimin hem sembolik hem de filli olarak gerçekleştiği Şûra'da FETÖ hassasiyeti yine birincil önemdeydi.
Şûra'ya başkanlık eden Başbakan Binali Yıldırım'ın açılış konuşması da ilk defa basınla paylaşıldı. Bu konuşmada Yıldırım, aynı anda 3 terör örgütü ile mücadele eden Türkiye'nin önündeki en kritik tehdidi "bölgesel istikrarsızlık" olarak niteledi: "Güney sınırlarımızdaki ülkelerde mevcut olan istikrarsızlık, otorite boşluğu ve iç savaş, terörle mücadelemizin önündeki en büyük tehdittir."
***
Aslında Türkiye'nin son üç-dört yıldır yaşadığı türbulansın temelinde Suriye ve Irak'taki iç savaşların yansımaları bulunmakta. Kuzey Irak'taki referandum süreci, YPG'nin Kuzey Suriye'de ABD eliyle bir orduya çevrilmesi ve İdlib'in kontrolünün Heyet Tahrir Şam'a geçmesi güneyimizden kaynaklanan yakın tehditlerin önde gelenleri.
Etrafımızda "istikrarsızlık" üreten çok sayıda krizden daha bahsedebiliriz: Hizbullah dahil Şii milislerin Suriye ve Irak'taki geleceği, DEAŞ sonrası yabancı savaşçılar, Katar krizi, Mescid-i Aksa gerilimi, Suud-İran kutuplaşması ve diğerleri... Ancak "istikrarsızlık" olgusu sadece Türkiye'nin yüzleştiği meydan okuma değil. Uluslararası düzen her geçen gün "istikrarsızlık" üretecek yeni güç rekabetlerine sahne oluyor. Bunun bir dalgaya dönüştüğünü son bir yılın gündemi ile bile anlayabiliriz: Brexit, Trump'ın başkan seçilmesi, Avrupa'da yükselen popülizm, ABD-Avrupa arasında büyüyen çatlak, ABD-Kuzey Kore geriliminin sıcak savaşa dönüşme ihtimali, ABD-Rusya arasındaki "ticari savaş" vesaire...
***
Yine de bölgesel ve küresel istikrarsızlıkların birleştiği bir coğrafyada bulunan Türkiye'nin karşılaştığı meydan okumaların daha yaman olduğunu söylemek lazım. Ortadoğu'da yıkılan statükonun sarsıntıları da Avrupa'nın yeni bir gelecek arayışı da ABD'nin kendine yeni bir küresel rol biçme çabası da Türkiye'yi yakından etkilemekte. Bu yönüyle Türkiye, "istikrarsızlık" dalgasıyla en erken sınanan ülkelerin başında geliyor.
NATO ittifakı ve AB entegrasyon süreci içinde olmak Türkiye'ye bu dalga ile boğuşmada yeterli ölçüde yardımcı olmadı. Ne mülteciler konusunda ne de terör örgütleri ile mücadelede... Hatta ABD'nin Suriye politikasının yeni yakın tehditleri (YPG gibi) ürettiği ortada. Dahası, Türkiye'ye terörle mücadelesinde destek vermeyen "Batılı dostlar" Türkiye'yi "kriz içerisinde bir ülke" olarak resmetme konusunda sorumsuz ve hatta hasmane bir dil kullanmakta. Nitekim son üç-dört yıldır Batı medyasında Türkiye'nin "otoriterleşmeye bağlı güvenlik ve demokrasi sorunları" bağlamında tartışıldığını görmekteyiz. Bugünlerde ise Almanya, ekonomik yaptırımlar üzerinden Türkiye'nin ekonomik istikrarını hedef almakta.
***
Batı başkentlerinin sorunu Türkiye'nin yaşadığı türbülansı doğru şekilde okuyamamaları. Ve Türkiye'ye bakarken büyüyen bölgesel ve küresel istikrarsızlık dalgasını ihmal etmeleri. Onun, Ortadoğu'daki en önemli "istikrar adası" olduğunu sıklıkla göz ardı etmeleri. Bu sebeple Batı, Türkiye'ye bakarken yeni bir dile, bakış açısına geçmek zorunda. "Batı'dan uzaklaşan Türkiye otoriterleşir" önermesi de artık anlamlı değil. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimini NATO ve AB ittifakı içerisindeyken yaşadı. Ve üç terör örgütü ile mücadelesinde bu müttefikleri tarafından yalnız bırakılıyor. Bu minvalde, ABD ve AB, Türkiye ile ilişkilerini ideolojik bağlamda sorunsallaştırmayı terk etmeli. Yerine, rasyonel çıkarlar ve bölgenin uzun vadeli istikrarını öne çıkaran bir perspektif geliştirilmeli.
Güçlü siyasi liderliğe sahip Türkiye'nin krizlere dayanmada bir tecrübe geliştirdiği unutulmamalı. Ne de olsa küresel bir istikrarsızlık dalgasının daha başındayız.