Dünyanın önde gelen güçleri arasındaki ilişkilerin ucu belirsiz bir dönüşüme girdiği günlerdeyiz. Mesele sadece ABD-Rusya ya da ABD-Çin ilişkilerindeki yeni denge arayışında değil. Transatlantik Batı İttifakı içinde de ciddi çatlaklar oluştu. Ve anlaşılan bunların gün yüzüne çıkmasını engellemek de mümkün olmuyor.
Brexit ve Trump'ın iktidara gelişi ile Avrupa, kendi "kaderini" tartışma mecburiyetinden kaçamayacağı bir evreye girdi. Nitekim NATO'nun 25 Mayıs'taki Brüksel ve G-7'nin 26-27 Mayıs'taki İtalya, Taormina zirveleri, Avrupalı liderlerin gelecek kaygılarını dindiremedi.
Aksine savunma ve güvenlik konularında daha da endişelenilmesi gereken bir yerde oldukları hissini derinleştirdi.
ABD Başkanı Trump Brüksel'deki konuşmasında daha diplomatik bir tavır sergiledi.
NATO'ya yönelik önceki "demode" söylemini terk etti. Ancak "önce Amerika" sloganının uzantısı tezlerinde ısrarcı oldu. Konuşmasında 28 NATO üyesinin 23'ünün kendi paylarına düşen katkıyı sağlamamalarının, vergi ödeyen ABD halkına "büyük bir haksızlık" olduğunu vurguladı.
***
Elbette eleştirinin muhataplarından biri de geçen yıl 295 milyar dolar ticaret fazlası veren ve NATO'ya katkısı yüzde 1.2'de kalan Almanya. Şansölye Merkel ise ilk defa bu eleştirinin anlamı üzerine yorumda bulundu.
Pazar günü Münih'teki seçim toplantısında Almanya'nın yeni dönem siyasetinin ipucunu verecek cümleler sarf etti: "
Başkalarına tümüyle güvenebileceğimiz zamanlar bir parça geride kaldı. Son günlerde bunu deneyimledim... Biz Avrupalılar kendi kaderimizi gerçekten elimize almalıyız." Bu ifadelerin hedefinde kuşkusuz ABD ve Britanya bulunuyor. Merkel cümlelerini iyi seçen ve diplomasiye çok dikkat eden bir lider.
Biz bunu birkaç yıldır kıyasıya mücadele halinde olduğu Türkiye ile yoğun gerilime rağmen tartışılacak ifadeler kurmaktan kaçınmasından biliyoruz.
***
İşte bu yüzden Merkel'in "
Avrupalıların kendi kaderini eline alması" ibaresini
öne çıkarmasını önemsemek gerekiyor. Eğer
Merkel, "
Avrupalılık" üzerinden sadece bir
seçim kampanyası yürütmeyecekse... İşaret
ettiği şey "
Avrupalılık" anlamında ortak bir
kimlik söylemini tekrarlamak değil. "
Avrupa nedir?" şeklindeki felsefi-ideolojik bir tartışmadan
da bahsetmiyoruz.
Merkel'in ibaresi Avrupa'nın stratejik geleceğine dair taşıdığı ciddi kaygıları gösteriyor.
Ortak bir Avrupa ordusu kuramayan Avrupalı liderlerin savunma ve güvenlik alanındaki problemine işaret ediyor. Daha önemlisi, Soğuk Savaş'ın bitimi ve Batısı ile Doğusunun birleşmesi sonrası Almanya'nın Avrupa üzerinde kurduğu ekonomik-siyasi nüfuzun devamı hususunu öne çıkarıyor.
Merkel'in asıl derdi bu. Ve Trump, Merkel'i "
Avrupa'nın kaderi" üzerinde konuşmaya zorlayarak AB içindeki Almanya etkisini "
sorun" haline getiriyor. Böylece Merkel'i Avrupa ile Almanya'nın menfaatlerini kendi liderliği altında bir araya getirmek gibi çetin bir yükün altına sokuyor.
***
Brexit olsa bile, Macron'un cumhurbaşkanı seçilmesiyle AB içinde Almanya- Fransa liderliğinin devam edeceği söylenebilir.
Ancak AB'nin ortak savunma için ordu kurması bugünkü şartlarda çok zor. O halde Fransa başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini rahatsız edecek bir seçenek geriye kalıyor:
Almanya'nın 2. Dünya Savaşı'ndan sonra dayatılan kuralları kırarak kendi iddialı ordusunu kurması. Bu seçenek de ABD'nin Avrupa'da kurduğu düzenin terk edilmesiyle kalmaz. Avrupa'nın dengelenemez şekilde "
Almanlaşması" anlamına gelir.
Bu noktada bir çıkmaz var. Bir yandan, Britanya'nın ayrılmasından sonra AB'nin yola devam edebilmesi için Almanya'nın liderlik yapması gerekiyor. Diğer yandan ise bu liderlik Fransa ve İtalya gibi ülkeleri ciddi ölçüde rahatsız edecektir. Bu sebeple Merkel, "
Avrupa iyi olduğunda Almanya da iyi olur" diyerek menfaat özdeşliği kurmaya çabalıyor.
Ancak Merkel'in "
derdi" ile Avrupa'nın "
kaderini" telif etmek hiç de kolay değil.