Cumhurbaşkanı Erdoğan, mayıstaki bir dizi kritik görüşmelerinin sonuncusu için önceki gün Brüksel'deydi. Erdoğan'ın AB liderleri ile yaptığı görüşmeler "olumlu ve yapıcı" bir atmosferde geçti. Taraflar sorunlarını birbirine ilettiği gibi "Türkiye-AB ilişkilerine ivme kazandırılması" konusunda uzlaşmaya vardı.
Bu uzlaşma 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ve 16 Nisan referandumu sürecinde bozulan ilişkilerin normalleşmesine "bir şans" verilmesi demek. Yani Trump yönetiminin yaptığı gibi AB liderleri de Türkiye ile "birlikte çalışma" seçeneğini tercih etti.
Elbette Trump döneminde NATO'nun ve Brexit'ten sonra AB'nin yaşamakta olduğu dönüşümün sancılarını hafifletmek ve göç konusunda bir yol kazasına uğramamak için. Uzun vadeli stratejik çıkarların mevcut ciddi gerilimlere ve sorunlara galip geldiği söylenebilir.
Her şeyden önce "müzakerelerin devamının" bir çerçeve olarak kabul edilmesi taraflar adına başlı başına bir kazanım. "Bırakan kim olacak?" sarmalından çıkmış olmak ümit verici. Ancak AB'nin "müzakereleri durduralım," Türkiye'nin "AB olmazsa olmazımız değil" söylemlerini düşürmesi mevcut gerilim konularını ortadan kaldırmıyor.
Ankara, PKK ve FETÖ terörü ile mücadelesinde Avrupa başkentlerinin kendisini yalnız bırakmasını gündem yapmaktan geri durmayacak.
Brüksel'deki kurumlar da Türkiye'de kendilerince gördükleri "demokrasi ve insan hakları" sorunlarını eleştirmekten vazgeçmeyecek.
Zira her iki tarafın da sorunların kökeni hakkında uzlaşmaları mümkün değil.
Ankara'ya göre ilişkideki temel sorun, birlikte tam üyelik müzakereleri yürüttüğü AB'nin, Suriye krizi dahil, Türkiye'ye karşı sorumluluklarını yerine getirmemesi. Brüksel ise Türkiye'nin "AB değerlerinden uzaklaşmakta ısrarcı olmasını" olumsuz gidişatın ana sebebi olarak değerlendiriyor.
Her iki cenahın da bu yaklaşımlarının değişmesi beklenmemeli. O halde, ilişkilerdeki bu yeni ivmeyi korumak ve güçlendirmek için ne yapılabilir?
Bir kere, "realist" bir toparlama iradesi gösterilerek karşılıklı "sabır" ve "adım adım gitme" yaklaşımı gösterilmesi gerekiyor.
Ankara'nın "terörle mücadele" Brüksel'in "demokratikleşme ve insan hakları" eleştirilerinin sona ermesi gibi romantik beklentilerden vazgeçilmesi lazım. Türkiye-AB ilişkilerini tekrardan raya sokmak için ya "çıkar" ya "değer" temelli ilişki açmazına düşülmemeli.
Türkiye'nin terörle mücadelesi hem ortak çıkardır hem de demokratik düzenin devamı için vazgeçilemezdir.
Demokrasinin konsolidasyonu ise ancak bu vasatta sağlanabilir. "Yeni ivmeyi" korumak için hem Türkiye hem de AB "siyasi jestler" yaparak birlikte çalışma fikrini güçlendirmeye yönelmeli. Gümrük Birliği'nin modernizasyonunda, geri kabul ve serbest dolaşımda mesafe alınması ve vaat edilen 3 milyar avronun ödemesinin hızlandırılması gibi adımlar yeni sürece katkı sağlayacaktır. Ayrıca, Kıbrıs müzakerelerinde kararlılık gösterilmesi de müzakere sürecinin devamı açısından önemli.
İlişkilerde "yeni ivme" arayışı için taraflarda siyasi irade oluştuğuna göre uzlaşmazlık konularında yapılması gereken ev ödevlerine odaklanılmalı. Bu sürecin gerilimleri kontrol altında tutan bir diyalog ve işbirliği içinde yürütülmesi elzem.
Türkiye-AB ilişkilerinin son dönemde hayli yıpranan "algı ve duygu" düzlemi için de yapılması gerekenler bulunuyor.
Brüksel'in kurumlar ve medya üzerinden yürüyen Erdoğan karşıtı kampanyayı dindirmesi, Ankara'nın da sert Batı eleştirilerinin tonunu düşürmesi zemin temizliği açısından faydalı görülebilir.
Yine PKK ve FETÖ ile mücadelenin ve cumhurbaşkanlığı sisteminin Avrupa'da anlatılmasına dair bir seferberlik Türkiye karşıtı lobilerin etkisini kırmak açısından etkili olacaktır.
Avrupalı bürokratların, siyasetçilerin ve gazetecilerin Türkiye'nin 3-4 yıldır yaşadığı türbülans hakkında daha empatik bir yaklaşım göstermesi toplumsal düzlemde olumlu bir hava yaratacaktır.
15 Temmuz direnişinin yıldönümünde yapılacak jestler buna örnek olabilir vesselam.