16 Nisan halkoylamasında çıkan yüzde 51.4 "evet" sonucu ile Türkiye, hükümet sistemi değişim yürüyüşünde derenin karşı kıyısına geçti.
İlk defa siviller eliyle gerçekleştirilen bir sistem değişimi halkımız tarafından kabul edildi.
Ülkemizin refahı, istikrarı ve demokrasisi için hayırlı olsun.
Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Yıldırım'ın vurguladığı gibi bu karar tüm Türkiye'nin birlik duygusu içinde hareket etmesi gereken yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Siyaset kurumunun önünde bir ödev bulunuyor: uyum yasalarının hazırlanması ve Kasım 2019'da yeni sistemin ilk cumhurbaşkanını seçmemize kadar süren bir geçiş döneminin yönetilmesi.
Ve kanaatimce Cumhurbaşkanlığı sistemi Erdoğan'ın Türkiye'ye bıraktığı en kalıcı miras olacaktır.
***
Bu halkoylaması sonuçlarını doğru okuyabilmek için hem siyasi hayatımızdaki diğer halkoylamaları hem de 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri ile kıyaslama yapmalıyız. Öncelikle, darbelerden sonra yazılan 1961 ve 1982 Anayasa halkoylamalarını seçilmiş Meclis'ten geçerek halkın önüne koyulmuş tercih anları olarak göremeyiz. Bu itibarla 16 Nisan'ı onlarla kıyaslamanın bir açıklama değeri bulunmuyor.
Eski siyasilere yasağı kaldıran 1987 halkoylaması ise yüzde 50.2 evet ile sonuçlanmıştı.
Dönemin Başbakanı Özal'ın kampanyasının hilafına olarak... Yine yerel seçimleri öne alan 1988 halkoylaması da Özal'ın isteğinin aksine yüzde 65 hayır oyu getirdi. 367 krizinden sonra gündeme gelen Cumhurbaşkanını halkın seçmesine dair 2007 halkoylaması yüzde 69 evet sonucu vermişti. Yüksek yargıya dair yeni düzenleme getiren 2010 halkoylamasında evetler yüzde 57.8'e ulaşmıştı.
"Evet" ile sonuçlanan üç halkoylaması (1987, 2007 ve 2010) da 1982 Anayasası'nda sınırlı bir değişiklik öngörüyordu.
***
Halbuki 16 Nisan halkoylaması bir hükümet sistemi değişikliğine dairdi. Bu itibarla rekabet sebebiyle parçalanmış sivil siyasetin bu kapsamda bir değişiklikte uzlaşması çok zordu.
2011 ve 2016'da Meclis'teki anayasa mesaileri bunu bize açıkça gösterdi.
Zaten 15 Temmuz darbe girişimini bastıran demokratik direnişin estirdiği rüzgar sayesinde cumhurbaşkanlığı sistemi için halkın önüne sandık koyulabildi. Ve tartışmanın "rejim-sistem değişikliği" ikilemine sıkışması yaşananın istisnailiğini de gösteriyordu.
Dolayısıyla hükümet sistemi değişikliğine dair yüksek oranda evet beklemek arzu edilebilir ancak sivil-demokratik siyasetin realitesi ile uyumlu değil. Daha az değişim öngörmesine rağmen Brexit kararının bıçak sırtı sonuçla alındığını hatırlamakta da fayda var.
Ve demokratik bir ülkede bu karardan geri dönüş ancak parlamenter sisteme geçişi sağlayabilecek yeni bir siyasi blokun Mecliste kurulabilmesi ile mümkün olabilir. O halde yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin gereği olarak yürütmeyi demokratik ve fonksiyonel bir şekilde yeniden yapılandırmak.
***
16 Nisan sonucunu seçimler üzerinden okuduğumuzda ise 2014 cumhurbaşkanlığı seçimine bakmalıyız. Zira her ikisi de yüzde 50 artı 1 gerektirdiği için blok siyasetine sahne oldular. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş kararıyla da seçim siyasetinin kodları geri dönülmez şekilde değişti.
Partiler, adaylıkları etrafında blok kurabilecekleri bir cumhurbaşkanı ismi bulmak durumundalar.
Ve bunu da milletvekili seçimlerindeki parti siyaseti ile entegre etme başarısını göstermek zorundalar. Bu açıdan bakıldığında AK Parti-MHP bloğu birkaç adım önde görünmekte.
15 Temmuz direnişinde liderlik gösteren Erdoğan'ın 2019'daki adaylığının oy potansiyeli 51.4'ün hayli üzerinde.
Zira bu rakam, hayır çıksa da yönetmeye devam edecek bir cumhurbaşkanının önerisine verilen oyu gösterir. Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adaylığına değil. CHP-HDP ve MHP muhaliflerinin aldığı yüzde 48.6'nın da blok siyaseti için ümit verici olduğu söylenebilir. Ancak bu bloğun unsurlarının ideolojik karşıtlıklarını bir arada tutacak bir formül bulmaları gerekiyor.
Bu da HDP'nin Kürt milliyetçiliği ile CHP tabanının ve MHP muhaliflerinin Türk milliyetçiliğini uzlaştırma mahareti demek.