Füze saldırısından sonra Trump yönetiminin Suriye politikasındaki hareketliliğin nereye varacağı merak konusu.
ABD'li yetkililerin açıklamalarındaki "önceliğimiz Esed'in gitmesi değil" ibaresi yerini "Esed gitmeden siyasi çözüm konuşulamaz" cümlesine bıraktı.
Yine Washington'dan füze saldırısının "devamının olacağı" yönünde sinyaller veriliyor. Dahası, Esed'i göndermenin yanına bir de İran'ı sınırlandırma "önceliği" eklendi.
ABD'nin BM Büyükelçisi N. Haley, Suriye'de üç öncelikleri olduğunu söyledi: "Birden fazla önceliğimiz var. Esed'i devirmek tek öncelik değil. Bizim yapmaya çalıştığımız şey DEAŞ'ı yenmek. İkinci olarak Esed oradayken barış içinde bir Suriye görmüyoruz. Üçüncü olarak İran etkisini dışarı atacağız ve son olarak siyasi çözüme gideceğiz." Ve Amerikan başkentinde Rusya ve İran'a Suriye'deki tutumları sebebiyle yeni yaptırımlar uygulanması tartışılıyor.
***
ABD hâlâ Suriye denklemindeki en önemli oyun değiştirici, potansiyel güç. Zaten 2015'te Esed rejiminin yıkılmasına ramak kala yardıma koşan Rusya'ya bu boşluğu bırakan da ABD idi. Ancak bu aşamada kimse ABD'nin Esed rejimini toptan hedef alan geniş ölçekli bir operasyon yapmasını beklemiyor.
Ve 2011'den bugüne Washington'ın hiçbir zaman gerçekten Esed'i göndermek amacıyla Suriye politikası oluşturmadığını da biliyoruz. Yine de Washington isterse, bir dizi sınırlı müdahaleyle ÖSO'yu güçlendirebilir ve Rusya- İran- Esed üçlüsüne kötü günler yaşatabilir.
Senatör McCain'in işaret ettiği gibi muhaliflere verilecek askeri destek (Stinger tarzı yerden havaya füzeler verilmesi gibi) hem güney hem de kuzey cephesinde Esed'i sıkıştıracak bir hareketlilik sağlayabilir. Şam ve Hama kırsalının ya da Der'a'nın bu tür hareketlenmeye ne kadar açık olduğu malum.
***
Trump yönetiminin üç önceliği bir arada götürmesi hiç de kolay değil. Önce Rusya ile sahada Esed rejiminin geleceğine yönelik "
kontrollü bir gerilim ve atraksiyon" dönemi yaşanacak. Sonra üç öncelikten ilki olan DEAŞ ile mücadelenin yürütülmesi gündem olacak.
Esed rejimini hedef alma ile DEAŞ sonrasını planlama birlikte yürütülmezse Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlanamaz.
İşte tam bu noktada ciddi bir tehlike bulunuyor. Trump yönetimi Esed'i geçiş sürecine zorlarken YPG'yi de güçlendirmeye devam edebilir.
Bu tercih Suriye ve Irak'ın parçalanması sürecini hızlandırır. Farklı aktörleri, ÖSO ve YPG gibi, yeni çatışmalara itebilir.
Doğrusu, Trump yönetimi bu tür bir parçalanma ihtimalini ne kadar önemser bilemiyorum. Başkan Trump'ın danışmanı S. Gorka'nın "
Libya'yı üçe bölme planını peçete üzerine çizmesinin" medyaya yansıdığı günlerdeyiz.
***
Bu gidişatın Türkiye'ye yeni fırsatlar ve tehditler getireceğini öngörebiliriz. Obama'nın Arap isyanlarını yönetemediği ve bölgenin iç savaşlara gömüldüğü anlaşıldıktan sonra Türkiye, Suriye'de "
kendi başının çaresine bakacak" bir politikayı hayata geçirmek zorunda kaldı.
Bu zorunluluk bir yandan DEAŞ ve PKKYPG gibi terör örgütleri ile mücadele ederek kendi güvenliğini ve Suriye'nin bütünlüğünü savunmak demekti. Diğer yandan ise "
verdiği sözleri tutmayan" ABD ile Rusya-İran hattı arasında bir denge kurabilme çabası anlamına geliyordu.
Fırat Kalkanı operasyonu da Astana süreci de bu yaklaşımın tezahürü idi. Nitekim Rusya, muhalifleri tümüyle tasfiye etme amacına yöneldiği için Astana süreci tıkandı.
Zorlu bir çaba da olsa Türkiye, Suriye'de ABD ve Rusya arasında "
bir ittifak tercihi yapmadan" kendi rasyonel menfaatlerini gerçekleştirmeye çalışmak durumunda.
Mesele, Putin'e karşı Trump'ın yanına geçmek ya da aksi değil. Suriye sahası bu güçlerden hiçbirini "
müttefik" olarak göremeyecek kadar karmaşık ve çok boyutlu.