Dün, AB Bakanlığı'nın davetlisi olarak Londra'da "Avrupa'nın geleceği" üzerine bir toplantıya katıldım. Türkiye ve Birleşik Krallık gazetecileri Avrupa'nın sorunları ve Türkiye-AB ilişkileri üzerine fikir alışverişinde bulundu. Sabah, Daily Sabah, AHaber, Anadolu Ajansı, Milliyet, CNN Türk, TRT World, The Times, The Independent, The Guardian, The Daily Telegraph ve Reuters temsilcileri katılımcılar arasındaydı.
Kritik konular Türkiye'nin Rusya ile ne tür bir yakınlaşma içinde olduğu, Batı ittifakı içindeki yeri, geri kabul anlaşmasının kaderi ve Kıbrıs'ta çözüm olasılığı idi. Özellikle 3 milyon Suriyelinin Avrupa kapılarına dayanmasının bir "kâbus senaryosu" olarak değerlendirildiğine şahit oldum. Ancak AB'nin vize muafiyeti için terörle mücadele yasasını değiştirme ısrarının yanlışlığını muhataplarımıza ilettik.
***
Kuşkusuz toplantının en ilginç yanı AB'nin geleceği üzerine fikir yürütenlerin AB ile ilişkilerinin "
belirsiz" bir pozisyonda olmasıydı. 50 yılı aşkın entegrasyon arayışı yorgunu Türkiye ile AB'den ayrılmaya yeni karar vermiş Birleşik Krallık'ın birbirinden öğrenecekleri dersler var.
Şimdilik farklı sebeplerden de olsa iki ülkenin pozisyonları büyük benzerlik arz ediyor. Ve Ankara'nın AB'ye olası üyelik formunun Londra'nın AB'den çıkış için bulacağı formül ile ilişkilenmesi de kuvvetle muhtemel.
***
Londra'nın ana gündemi martta başlayacak AB'den çıkış sürecinin yönetilmesi. İki senaryo var:
1) Sert Brexit: Alternatif bir anlaşma sağlanmadan ortak pazardan çıkışın hızlı şekilde gerçekleşmesi.
AB ortak pazarına erişimden vazgeçilirken sınır kontrolleri, göç ve ticaret anlaşmalarında tam yetki kullanılıyor. Ancak bu seçenek belirsizlik yarattığından başta finans olmak üzere iş dünyasını kaygılandırıyor.
2) Yumuşak Brexit: Mevcut ortak pazara benzer bir anlaşmayı elde ederek daha uzun süreli bir ayrılış. Bu senaryoda ülkeye gelecek yabancıları sınırlandırma temelinde mal, hizmet, sermaye ve kişilerin serbest dolaşımına sıcak bakılıyor.
Brexit'in etkisinin "
çok vitesli Avrupa" formunda esnek bir bütünleşmeyi
getirme ihtimalinin yüksek olduğunu
düşünenlerdenim. Yine de AB'nin
motoru Almanya ve Fransa'nın dünyadaki
yeni trendlere vereceği cevap çok önemli: Ekonomik korumacılık, yükselen aşırı sağ, popülizm, Trump yönetiminin transatlantik ilişkilere yaklaşımı ve yeni ABD- Çin- Rusya denklemi gibi.
Dahası, Trump ABD'sinin Avrupa ile nasıl bir ilişki geliştireceği ve ABD- Rusya ilişkilerinin Avrupa'ya yansımalarının ne olacağı kritik önemde ve halen belirsiz. Yani Avrupa başkentleri de Trump'ı bekliyor.
***
Toplantının ideolojik etiketlemelere değil de oldukça stratejik ve rasyonel bir tartışmaya sahne olması sevindiriciydi. Türkiye'nin Batı ittifakındaki geleceği konusu da aynı soğukkanlılıkla ele alındı.
Ankara'nın Moskova ile işbirliğinin kendi milli çıkarları bağlamında yürüdüğünü, bunun Türkiye- Batı ilişkilerine alternatif olmadığını konuştuk. Ancak Batı başkentlerinin ittifak ilişkisinin gereğini yerine getirmemesinin yeni bir arayışı zorunlu kıldığına işaret edildi.
Görünen o ki sadece Londra değil; diğer Avrupa başkentleri de yeni bir ABD- Rusya denklemine hazırlanmak zorunda.
Türkiye bir anlamda değişecek ilişki tarzının öncüsü durumunda. Ayrıca, Suriye'de ateşkes ve Astana Süreci'nin Batılı ülkeleri dışarıda bırakmasının rahatsızlığını sorularda hissettim. Hatta Batı'nın Suriye'de hiçbir politikasının olmadığını, Türkiye'nin rasyonel bir tercihle iç savaşın çözümünü aradığını belirten analizler dinledim.
Batı'nın temsil edemediği değerleri ve pozisyonu Rusya ile ilişkilerde bir şekilde Türkiye'nin üstlendiğini söyleyen gazeteciler oldu. Ezcümle, Avrupa'nın geleceğinin belirsizliğini ve Türkiye'nin aktörlüğünün önemini idrak etmek için Londra'da olmak önemliydi.