Dünyadaki değişim rüzgarının şiddeti artıyor, ölçeği genişliyor.
Batı dışı dünyanın krizleri bölgelerine hapsedilerek, insani maliyetlerine bakılmaksızın yönetilebiliyordu.
Ancak bu sefer rüzgar küreselleşmenin sonuçlarından rahatsız olan Batı demokrasilerindeki çok boyutlu krizden kaynaklanıyor.
Yapısal ve uzun vadeli sonuçları olacak bu krizin ilk göstergeleri Avrupa'daki aşırı sağın göçmen ve İslam korkusuydu.
Daha sonra Arap isyanlarının Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya getirdiği iç savaşların ve insani dramın yönetilememesi ile iyice belirginleşti.
Suriye ve Irak'taki ateşin sadece bölgeyi yakmadığı, uluslararası sistemin krizine de dönüştüğü geç anlaşıldı.
Daha önemlisi, Obama'dan Avrupalı liderlere kadar Batılı merkez siyasetçiler bu gelen türbülansı yönetemediği için Batı toplumlarındaki korkular "popülist bir dalgaya" dönüştü.
***
Brexit ve Trump'ın ABD başkanı seçilmesi ile yoğunlaşan rüzgar Avusturya ve İtalya'da siyasi kırılmalar ile yeni bir evreye girdi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı aday kaybetse ve bağımsız aday A. Van Der Bellen cumhurbaşkanı (N. Hofer) seçildiyse de Avusturya'daki aşırı sağ tehlikesi dinmedi.
Aksine mart ayındaki parlamento seçimlerinin favori adayı olarak aşırı sağcı parti (Özgürlük partisi) gösteriliyor.
Bu partinin güçlenmesinin Avusturya parlamenter sisteminin yönetim sorunlarını artıracağını öngörmek hiç de zor değil.
İtalya'da ise pazar günü yapılan referandumda Başbakan Renzi'nin önerdiği kapsamlı anayasa değişikliği hayır oyu ile reddedildi.
Renzi'nin Senato'nun yetkilerini sınırlandıran ve hükümeti güçlendiren önerisi İtalyan siyaseti için sıradan bir tartışma değil.
Muhalefetin Başbakan Renzi'yi otoriterlikle suçlaması ya da referandumdan hayır çıkması ile aşılabilecek bir sorun olmadığı da ortada.
İtalya kendi parlamenter sisteminin tıkanıklığı sorunu ile yüzleşmeye devam edecek.
Sırada ise Hollanda ve Fransa var.
Aşırı sağcı Le Pen'in cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda birinci olması bekleniyor.
Almanya'da Merkel'in iktidarını koruma ihtimali yüksek ise de Fransa ve Hollanda'nın yönetim krizlerinden etkilenmesi kuvvetle muhtemel.
***
Batı demokrasilerinde derinleşen krizin "evrensel değerler" iddiasını geçersiz kılan olgulara dönüştüğüne daha önce işaret etmiştim.
Artan ekonomik korumacılık ve yükselen göçmen, yabancı ve İslam düşmanlığı gibi...
Mevcut krize cevap vermek için Batı demokrasileri yürütme erkini güçlendirme yönünde gittiği ve gideceği kanaatindeyim.
Gittikçe etkin yönetim ve güçlü lider arayışı kristalize oluyor.
Bu arayış hem aşırı sağ dalganın taleplerinin baskısını üzerinde taşıyor.
Hem de merkez siyaset açısından bu dalgayı engellemenin bir yolu olarak görülebilir.
Trump'ın seçilmesiyle ABD'de fiilen yürütme daha da güçlendi.
Cumhuriyetçiler sadece Kongre'yi ve yönetimi ellerine geçirmediler.
Trump'ın yapacağı yeni atamalarla yargı erki de Cumhuriyetçilerin kontrolüne geçecek.
***
Bahsettiğim çerçeveden bakılınca Türkiye'nin hükümet sistemini değiştirme arayışının anlamı daha da netleşiyor.
Elbette "Cumhurbaşkanlığı sistemine" geçiş çabası ağırlıklı olarak kendi tecrübemizin bize gösterdiği bir ihtiyaç.
Ancak küresel trendin de yürütme erklerini güçlendirme yönünde olduğunu görmek gerekir.
Bu trendin demokrasi tanımını değiştirmesi muhtemel.
Daha korumacı ve güvenlik odaklı bir Batı rüzgarı esiyor.
Bugün Türkiye'ye terörle mücadele tanımını değiştirmesi yönünde eleştiri yapanların yarın liberal öğelerden sıyrılmış yeni demokrasi tanımlarını dünyaya pazarlamasına tanıklık edersek şaşmayalım.