Washington'un Türkiye'nin terörle mücadelesine gösterdiği sorumsuzluk gittikçe can sıkıcı hale geliyor.
Israrla FETÖ ve PKK tehditlerinin Ankara için ne ifade ettiğinin görmezden gelinmesini kastediyorum.
Bu durum yönetimde son günlerinde olan bir başkan zamanında daha da dağınık bir görünüm arz ediyor.
Bakıyorsunuz, Başkan Obama ve yardımcısı Biden 15 Temmuz'daki direnişi geç de olsa överken, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nin bir alt komitesinde FETÖ mensubu akademisyen 15 Temmuz sonrası Türkiye'yi tartışmak için çağrılıyor.
Gülen'i aklayan ifadeler kullanan FETÖ mensubu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hem darbenin arkasında olmakla hem DAİŞ'i desteklemekle suçlayabiliyor. Diğer Amerika kökenli katılımcıların 15 Temmuz'da yapılan hatayı anlatmasının bir anlamı kalmıyor.
Gülen'i iade etmesi beklenen ABD'nin kongresinde 15 Temmuz konusunda terör örgütüne mensup olduğu söylenen birisi dinleniyor.
Hem de 15 Temmuz hakkında...
Mesele Kongre'deki vekillerin demokratik tercihleri ile ya da ABD siyasetinin güçler ayrılığı ile açıklanabilecek durumda değil. Zira terörle mücadelede gösterilen sorumsuzluk FETÖ ile sınırlı değil.
Washington'ın PKK-YPG'ye desteği daha da ciddi bir sorun. Uzun bir süredir de yürütülen bilinçli bir politikanın parçası. PKK'nın organik parçası olan YPG güçleri ABD bayrakları çekilerek koruma altına alınıyor. Fırat Kalkanı operasyonu ile Suriye'de olan Türk güçlerinin saldırısından emin olmaları için...
Fotoğraf oldukça net: PKK hem güvenlik görevlilerini hem de sivilleri hedef alan teröre devam ederken "müttefikimiz" ABD, YPG'yi bilerek ve isteyerek farklı değerlendirmeyi tercih ediyor.
El-Kaide gibi radikal örgütlerin farklı isimlerle var olmasını kabullenmezken konu PKK'ya gelince kriterler unutuluyor.
Suriye'nin kuzeyinde kantonlar sahibi olan PKK-PYD'nin Türkiye'den militan devşirmesine, kendisinin verdiği yeni teknoloji silahları kullanmasına göz yumuyor. Ne adına?
DAİŞ'le mücadelede yerel unsurları savaştırmak adına...
Gülen'in iadesi ve YPG'ye verilen destek sebebiyle bir zamanlar "stratejik ortaklık" hatta "model ortaklık" olarak nitelenen Türkiye-ABD ilişkileri bir türlü istenen düzleme oturtulamıyor. Anlaşılan o ki yeni başkan farklı bir Türkiye politikası izlemezse bu gerilim kalıcı olacak. Hatırlarsanız Başkan Obama döneminin başında iki ülke ilişkileri için büyük umutlar beslenmişti. Obama'nın model ile başlayan parlak laflarının karşılığının olmadığı Arap isyanları sırasında ayan beyan ortaya çıktı. İsyanların getirdiği kaosu idare edemeyen Obama yönetimi hem Türkiye'yi hem de Ortadoğu'daki diğer müttefiklerini yalnız bırakan bir siyaset izledi.
Yeni başkanın ilk adımı Obama yönetiminin hatalarını tashih etmek... ABD'nin klasik müttefiklerini kazanacak yeni açılımlar yapmak...
Bu yeni açılımların başında Suriye'de bir tür güvenli bölge oluşturmak, ılımlı muhaliflere sahici destekte bulunmak ve YPG ısrarını terk etmek olmalı.
Obama'nın başkanlık yetkilerini kullanmayarak Gülen'i iade konusunda topu taca atması Türkiye kamuoyunu oldukça rahatsız etti. "Hukuki süreç" vurgusu yeni başkanın da alanını daraltmış görünüyor.
Türkiye'nin ısrarlı başvuruları üzerine bugünlerde Washington'da Gülen'in iadesi konusunda farklı senaryolar tartışılıyor.
Gülen'in Kanada, Güney Afrika ya da Avustralya'ya gönderilmesi olasılıklardan biri... Belki de en güçlü olanı. Gülen'in iadesi yerine başka bir ülkeye gitmesine müsaade edilmesi Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerilimi azaltabilir ancak ortadan kaldırmaz. ABD'nin müttefikliğin gereğini yapmadığı fikrinin delili ve hatta ABD karşıtlarının kullandığı somut bir örnek olarak kalacak. Zira FETÖ ve PKK Türkiye'nin tehdit algısında öncelikli konumlarını önümüzdeki yıllarda koruyacak.
Her şeye rağmen, yeni başkanın elinde bir fırsat var, bakalım neler yapacak.