Bugün Türkiye üç terör örgütünün iç ve dış yapılanmaları ile mücadele ediyor. Hiçbir demokrasinin yüzleşmediği ölçüde kritik bir meydan okuma bu.
Dini iddialı DAİŞ, diyalogcu ve ılımlı görünümlü FETÖ ve seküler- etnik hümanist söylemli PKK Türkiye'ye saldırıyor. İçeride devlet kurumlarının etkinliğini temin etmek için kapsamlı bir mücadele yürütülüyor. Kurumlar sadece FETÖ mensuplarından (90 bini aşkın) değil PKK'lılardan da arındırılıyor. Bu uygulama 11 bin 500 öğretmenin açığa alınması ile sınırlı kalmayacak gibi. Belediyelerden Diyanet'e birçok kurumun PKK'lılardan arındırılması söz konusu.
15 Temmuz'daki demokrasi destanının getirdiği güçlü birlik duyguları sayesinde terörle mücadele içeride büyük mesafe kaydetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'ın son günlerdeki uyarılarından anlaşılacağı üzere mücadelenin hukuk devleti ilkesi ve hakkaniyet çerçevesinde yürütülmesi lazım. Toplumun adalet hissinin zedelenmemesi ve bireylerin haksızlığa uğramaması için azami gayret gösterilmeli.
Terör örgütleri ile mücadelede asıl büyük zorluğumuz ise başka bir yerde. DAİŞ, FETÖ ve PKK da uluslararası destek ağlarına sahip. Tüm dünyada tehlikeli bir terör örgütü muamelesi gören DAİŞ'in ağları yabancılaşmış bireylerden "yalnız kurt" üretme potansiyeli sebebiyle sıkıntılı. Ancak kamuoyunda meşruiyeti olmayan DAİŞ'ten farklı olarak FETÖ ve PKK'nın elinde bir imkân bulunuyor. O da uluslararası topluma sureti haktan görünmenin sağladığı geniş faaliyet alanı...
Yani gerçek hedeflerini diyalog, demokrasi, halkların özgürlüğü ve insan hakları gibi kavramların altına gizlemek... Bunun için de Batı'daki Türkiye karşıtı kamuoyunu kullanarak mücadelelerini "Erdoğan rejimine" muhalefet olarak sunmaya çalışıyorlar.
Enstrümanları da ABD ve Avrupa ülkelerindeki diasporaları, sivil toplum adı altındaki paralel yapılanmaları. Bu yapılar dolaylı yollarla Türkiye'den de besleniyor.
Sureti haktan görünme yaklaşımında en mahir olan kuşkusuz FETÖ lideri Gülen. Politico sitesinin sorularına verdiği cevapta "pişman olmadığını" ve örgütünün yüklendiği "ağır bedelin" "bağımsız olmanın" karşılığı olduğunu savundu.
Seçtiği argüman ise CHP'lileri de kışkırtabilecek bir formülasyona sahip: "Bugün kabul edilebilir kimlik kriteri olarak Erdoğan'a bağlılık, Atatürk'e bağlılığın yerini aldı." Ve bir de tabii Erdoğan'ın "başkanlık isteğine karşı çıktığı için tasfiyeye uğradığını" söylediğinde kendince resmi tamamlamış oluyor.
Gülen'in önerisi, Türkiye'nin "yeni bir otoriter Ortadoğu rejimine dönüşmesini" engellemek için hükümete uluslararası baskı yapılması. Bu argümanların Türkiye toplumuna etki etmesi mümkün değil.
Gülen, bağlılarının moralini yüksek tutmaya çalışıyor. Daha önemlisi, Batı ülkelerindeki yapılanmasını ve faaliyetlerini korumaya çabalıyor. FETÖ ve PKK'yla mücadelenin başarısı için içerideki tasfiye yeterli değil. Yurtdışındaki güçlü network'lerinin ve yapılanmalarının da zayıflatılması gerekli.
Bunun üç boyutu tespit edilebilir: İlki, her iki örgütün de diasporalarının söylemlerini etkisizleştirecek koordineli bir kamu diplomasisi yürütülmeli. Bu, sureti haktan görünme yaklaşımlarını zayıflatacaktır. İkincisi, dışişleri diplomasisi ve güvenlik birimleri bu örgütlerin Avrupa'daki derneklerinin ve para kaynaklarının takibatında ilgili ülkelerle işbirliği oluşturmalı.
Bu da yeni militan devşirmelerini ve finans kaynaklarını kısıtlamak için elzem.
Üçüncüsü ise PKK ve FETÖ diasporalarının Türkiye içindeki kurumların ve iş dünyasının imkânlarından istifade etmesi engellenmeli. Asıl kritik olan Türkiye içi ve dışı beslenme döngülerinin kırılması.
Türkiye için terörle mücadele planlı şekilde yürünmesi gereken uzun bir yol vesselam.