Amerikalıların çok büyük bir lüksü var. Yakın dönem dünya siyasetinde yaptıkları hataları yüksünmeden anlatıyorlar. Süper güç olmanın verdiği sorumsuzluk ve hesaba çekilmeme rahatlığı ile. Elbette Irak'a telafi edilemeyecek zararlar verildikten sonra. Tam da "Ba'de harab'ül Basra" deyiminin anlattığı gibi...
Washington'daki dış politika yapıcıları "olmayan kimyasal silahları" bulmak için işgal ettikleri Irak'ta ne gibi "hatalar" yaptıklarını anlatan çok sayıda kitap yazdı.
Şimdilik Obama yönetiminin en büyük hatası olan Suriye politikasında ilk itiraflar ve savunmalar dönemindeyiz; kitaplar zuhur etmedi. İlginçtir, Obama'nın Suriye politikası üzerine öncü kitabı (A Tale of Four Augusts) yazmak da SETA'dan Kılıç Buğra Kanat'a nasip oldu. SETA DC'nin yıllık konferansı için geçen salı gittiğim Washington'da Obama'nın spesifik Suriye politikasını savunana rastlamadım.
Aksine birçok uzman muhaliflere destek verilmemesini ve YPG ile kurulan "taktik ittifakı" eleştiriyor.Bence Obama'nın Suriye politikasındaki en büyük hatası ılımlı muhaliflere "güvenli bölge" ilan edilerek verilebilecek desteğin esirgenmesiydi.
Yani Irak işgalinde uyarılarını dinlemedikleri Türkiye'nin Suriye'de çalışabilecek tek proje olan "güvenli bölge" önerisini göz ardı etmesiydi.Obama'nın bu konuda hata ettiği yönünde hem Cumhuriyetçilerden hem de Demokratlardan yorumlar geldi.
En son da ABD eski Dışişleri Bakanı Baker, ülkesinin Türkiye'nin Kuzey Suriye'de "uçuşa yasak bölge" önerisini desteklememesini "çok kötü bir karar" olarak niteledi.
Baker, bu önerinin hem DAİŞ'in önüne geçebilecek hem de Suriye sorununu çözecek bir proje olduğunu vurguladı. Ne yazık ki Obama'nın bu "kötü kararı" Suriye krizini çözülemeyecek bir kangrene çevirmekle kalmadı. Hem DAİŞ diye transnasyonal bir terör örgütünü yaratacak zemini hazırladı. Hem de müttefiki Türkiye ile ilişkilerini zehirleyecek bir adımı attırdı: PKK'nın kolu YPG'yi Kuzey Suriye'de açıktan desteklemek.
Bugünlerde ABD ve Türkiye Suriye'de Mümbiç-Mare hattının DAİŞ'ten temizlenmesi için ortak çalışmalar yürütüyor. Ancak ABD tarafı hâlâ Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yerine içinde YPG'nin de yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri'nin (SGD) önünü açmaktan yana.
Washington'daki seçim havasında Pentagon yetkililerinin fırsatçı bir taktik olarak YPG'yi öne çıkarmasının Suriye'nin geleceğini nasıl sıkıntılı bir yere taşıdığını görenlerin sesi duyulmuyor. Hatta aksine ABD'nin Ortadoğu ve Arap dünyasının sorunları ile uğraşmaktan yorulduğu tezi ağırlık kazanıyor.
Başkan adaylık seçimlerinin seyrinden görüleceği üzere hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin üzerinde uzlaştığı bir kanaat gittikçe güçleniyor. O da ABD'nin dünyadaki çatışmaların sona erdirilmesinde sorumluluğu bölgesel aktörlere bırakması gerektiği görüşü. Yani Obama'nın dünyanın her yerindeki müttefiklerine dayattığı "bedavacılara maliyet yükleme" argümanı yerleşik hale geliyor. Bu da ABD'nin dünyanın her yerindeki müttefiklerinin kendi başına olduklarını bilmesi demek. Sadece Ortadoğu'da ya da Körfez'de değil, Güney Asya'daki hatta Uzakdoğu'daki müttefikler de aynı durumda.
Ukrayna Rusya karşısında, Suudi Arabistan İran karşısında, Pakistan Taliban ve Hindistan karşısında, Japonya da Çin karşısında artık daha tek başına.
ABD, Türkiye'ye karşı ise daha ileri bir hata yapıyor. PKK-YPG'yi destekleyerek hasmane bir tutum sergiliyor.
Bu durumun ABD'nin liderlik algısına ve müttefiklerle ilişkilere zarar vermesi de şimdilik pek önemsenmiyor. Yine de yeni ABD Başkanı'nın başını en çok ağrıtacak konunun Suriye-Irak dosyası olacağını düşünenlerdenim. Hem G. W. Bush hem de B. Obama döneminin hatalarının sonucu yaratılan keşmekeşi toparlamak hiç de kolay olmayacak.
Muhtemelen önümüzdeki yıllarda "Suriye'de hata yaptık; keşke Türkiye'yi dinleseydik" temalı mülakatları ve kitapları göreceğiz.
Nafile; "Ba'de harab'ül Halep."