Son İstanbul ve Brüksel terör saldırıları ile DAİŞ yeniden dünya gündeminin baş köşesinde. Dünyanın dört bir tarafından topladığı yabancı savaşçılarla ve yarın hangi başkentte patlayacağı bilinmeyen canlı bombalarıyla küresel bir ilginin odağı.
Bu ilgi aynı zamanda Batı'da korkuların, yabancı düşmanlıklarının ve Müslüman karşıtlığının da besini. Doğrudan DAİŞ terörüne muhatap olmayan ABD kamuoyunda bile yaratılan tahribatı Cumhuriyetçi başkan aday adayı Donald Trump'ın Müslüman aleyhtarı söylemlerinde görmek mümkün.
Trump'ın dışlayıcı ve nefret yüklü performansı aklı selim ABD'lileri ürkütecek düzeyde. Ve ilk başta bir şekilde yarıştan eleneceği düşünülen Trump, DAİŞ'in sağladığı kullanışlı sermayeyi en iyi kullanan "tehlikeli" siyasetçi oldu. Bu gidişle de Cumhuriyetçilerin başkan adayı olacak.
Avrupa'da da aşırı sağın "Müslüman karşıtı" rüzgârı mülteci ve terör korkusunun birleşmesi ile daha sert esiyor. Fransa'da Sarkozy geri gelmeye çalışırken Le Pen'in "faşist gölgesi" merkez siyasetin üzerinde dolanıyor. Almanya'dan Avusturya, Hollanda ve İsveç'e kadar Avrupa demokrasileri kendi değerlerinin kırılganlığı hissini yaşıyor. Önyargılar rasyonel politika yapımını baskı altına alıyor.
***
Böylece DAİŞ terörü, ABD ve Avrupa'da 11 Eylül saldırısından sonra El-Kaide'nin ürettiği "
Müslüman karşıtı" havayı ikinci bir dalga ile daha da derinleştiriyor. Ve DAİŞ terör dalgası yaratmada El-Kaide'ye göre daha avantajlı bir durumda. Suriye ve Irak'ın iç savaş halinden istifade ederek kurduğu "
devletimsi" yapı hâlâ büyük ölçüde ayakta. Bu avantaj, El-Kaide'nin Afganistan'da Taliban yönetiminden aldığı destekle kıyaslanamaz.
DAİŞ hem Başkan Bush'un Afganistan ve Irak işgallerinin ürettiği "
bölgesel istikrarsızlık" ve "
radikalleşme" ortamında büyüdü. Hem de El-Kaide ve Taliban örneklerinden öğrenerek geniş bir coğrafyayı "
yönetir" konuma geldi. Dahası, DAİŞ ile mücadele uzun zamana yayılmış, koordinesi zayıf bir strateji ile yürütülüyor. Rusya'nın, bölgesel güçlerin ve devlet altı aktörlerin rekabet içinde olduğu bir düzlemde yapılmaya çalışılıyor.
Sözgelimi ABD'nin DAİŞ ile mücadelede yerel aktörler ısrarı sadece PYD'nin PKK ile bir olduğu gerçeğini inkâr ederek Türkiye'yi rahatsız etmiyor. Aynı zamanda Kürtlerle Sünni Araplar arasında derin bir husumet yaratıyor. Ve PKK-PYD'nin DAİŞ ile kavgasını Suriye'den Türkiye'ye taşıyor.
Kuşkusuz DAİŞ'in Türkiye'ye yönelik tehdidi bu boyutla sınırlı değil. Henüz "
turistleri" ve kendine düşman gördüğü "
PKK-HDP çizgisini" hedef alsa da bir süre sonra hedefe bakmadan saldırılar yapması da olası görülüyor. Aynen Avrupa'da hedef ayırmadan havaalanı ve metroya canlı bombalar göndermesi gibi.
***
Brüksel saldırısını yapan teröristlerden birisinin Türkiye tarafından sınır dışı edildiği ancak Avrupa'da serbest bırakıldığının ortaya çıkması "
yabancı savaşçılar" tehdidinin Türkiye'nin sınır güvenliği meselesinden büyük olduğunu gösteriyor.
Cenevre görüşmeleri olumlu bir yere varsa bile Suriye ve Irak'ta DAİŞ sonrasının nasıl yönetileceği çok önemli. DAİŞ tümüyle tasfiye edilebilecek mi, belli değil. Bir tür ılımlı DAİŞ üretilecek mi, bu da netleşmedi. Parçalanan örgütün "
serseri" parçalarının getireceği tehditlerin daha radikal olacağını tahmin etmek zor değil.
Yine daha yakın bir sorun olarak Mare-Cerablus hattının DAİŞ'ten arındırılması önemliyse de nasıl yapılacağı daha kritik. Bu arındırma Milli Güvenlik Kurulu'nun mart toplantısında vurgulandığı gibi Türkiye'nin önerdiği "
terörden arındırılmış güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge" uygulaması ile mi olacak? Yoksa PYDYPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) bir şekilde bu bölgeyi ele geçirmesi mi desteklenecek?
AB'nin bu konuda etkili olması beklenmezken Obama yönetiminin tercihi ikinci seçenekten yana. Ne yazık ki, DAİŞ ile nasıl mücadele edileceği konusunda peşine düşülmeyen "
mutabakat" yeni DAİŞ terörü dalgalarını engelleyemez. DAİŞ'in devlet yapılanması tasfiye edilse de terörü devam edebilir.