Seçimlerin üzerinden neredeyse beş hafta geçti. Hala koalisyon hükümeti çıkacak mı erken seçime mi gidilecek noktasını aşamadık.
Geçen süre zarfında muhalefetin kendi arasında koalisyon kuramayacağını ve AK Parti'siz de bir koalisyon olamayacağını öğrendik. Meclis başkanlık divanı da oluştuğuna göre Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Parti Genel Başkanı Davutoğlu'na hükümeti kurma görevini vermesi ile koalisyon turları önümüzdeki hafta başlayacak. Türkiye'de koalisyonların tarihi renkli olaylarla doludur.
Başbakanlık vekaletini koalisyon ortağına bırakmamak için yurtdışına gitmeyen başbakanlardan her bir vekile bakanlık verilen Güneş Motel olayına kadar...
Ancak bugünkü kadar ilginç durumlara da şahit olunmadı.
Muhalefet partileri "iktidar olmak" istemez halde; birbirlerine, yani rakiplerine koalisyon kurmalarını öneriyorlar.
***
Bahsettiğim ilginçliklerden ilki, CHP'nin AK Parti'den dönüşümlü başbakanlığı isterken MHP'ye "başbakanlık sizde olsun" önerisini getirmesiydi. Bu öneri hakaret addedilip "koltuk tedarikçisi" eleştirisiyle reddedildi. Diğer bir ilginç durum, CHP ve MHP'nin birbirine "AK Parti ile sen hükümet kur" teklifinde bulunması.
Bahçeli ısrarla AK Parti ile koalisyon kuramayacaklarını gösteren ön şartlar koşuyor: "Çözüm süreci bir çözülme sürecidir ve hemen bitirilmelidir. 17/25 Aralık'ın üzerine sonuna kadar gidilmelidir. Recep Tayyip Erdoğan Saray'dan çıkıp Çankaya fanusunun içine girmelidir." Sadece Çankaya'yı "fanus" olarak nitelemesi ve Erdoğan'ı oraya hapsetme isteği bile AK Parti'yi kendisinden öteye itmenin garantisi durumunda... Tahrik edici bu dilin AK Parti ile arasına duvar öreceğini biliyor ve buna rağmen kullanıyor. Bahçeli'nin açıklamalarında koalisyonların tabiatını göz ardı eden cümleler de mevcut: "Koalisyon kurup birbirimizi karakol amiri gibi takip ettirmenin gereği yok diyeceğiz. Bu bakanlığı bu parti kontrol edecek, şu bakanlığı şu parti kontrol edecek... Böyle şey olabilir mi?"
Daha ilginç olan şey ise Türkiye'deki "toplumsal yarılmayı, kutuplaşmayı bitirecek en iyi formülün" AK Parti-CHP koalisyonu olduğunu söylemesi. Normal şartlarda bu argümanı MHP'nin değil, CHP'lilerin savunması gerekir... Kılıçdaroğlu ise AK Parti'yi "samimiyet" testine tabi tutmaktan bahsederek işi yokuşa sürmekte ve AK Parti-MHP ihtimali "daha yüksek" diyerek iktidar olmakta isteksizlik gösteriyor. Yani her iki muhalefet partisi de iktidar ortağı değil, ana muhalefet partisi olmak istediğini belirtiyor. Her iki parti de AK Parti aleyhine verilecek gensorularda milletvekillerini kontrol edemeyeceğinin kaygısını taşıyor. Böylece bütün partiler tartışmayı "mecbur kalırsak ülke için elimizi taşın altına koyarız" ile "erken seçime hazırız" parantezi içerisinde yürütmeyi tercih ediyor.
***
Muhalefet partilerinin rakibine "hükümeti sen kur" alicenaplığı AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı sermayesini kaybetmeme kaygısıyla ilgili.
Muhtemel bir erken seçimde bu sermayeyi yeniden kullanmak istiyorlar. AK Parti ile koalisyon kurma istekliliğini göstermenin diğer partiler tarafından da kullanılacak bir malzeme olmasından da korkuyorlar. Elbette mevcut iktidarı eleştirmek muhtemel erken seçimin ana temalardan birisi olur. Ancak gözden kaçan olgu, seçimlerin kritik temasının koalisyon kurulamamasının sorumluluğunun kimde olacağıdır. Bahçeli ve Kılıçdaroğlu daha şimdiden koalisyon kurulmamasının suçunu seçim meydanlarında diğer partilere yıkacaklarını ifade ediyorlar. Rakiplerine "hükümeti kurma" önerisinde bulunanlar milletten "iktidar" olmak için nasıl oy isteyecekler? MHP ve HDP yan yana gelemediğine göre seçimlerde halka bir hükümet çıkarabileceklerini nasıl anlatacaklar?
AK Parti'nin eline "ülkeyi muhalefette kalmayı isteyenlere bırakamayız" deme fırsatını vermiş olmuyorlar mı?
Muhalefete, "madem AK Parti karşıtı ve muhalefet olma fanusunda kalacaktınız; niçin büyük seçim vaatlerinde bulundunuz" denilmez mi? Bütün bunlar 7 Haziran seçimleri öncesi AK Parti'nin sıklıkla söylediği yönetimde "istikrar" temasının bizzat muhalefet partileri tarafından ispatlanması olmuyor mu?