7 Haziran seçimleri Türkiye siyasetindeki aktörler açısından önemli bir kırılma noktasıdır. Değişen elit koalisyonlarına ve etnikdini kimlik siyasetinin yükselişine tanıklık edeceğimizi tahmin ettiğim yeni döneme hazır olmak için en fazla muhasebeye ihtiyacı olan aktörlerin başında AK Parti gelmektedir. Zira bu parti son on üç yılda tercihleri ve mücadelesi ile siyasi mimarimizi şekillendirdi.
Kemalist vesayeti geriletirken AK Parti, liberallerden İslamcılara kadar çok sayıda stratejik elit grubundan destek gördü. Bu grupların önemi, gündem oluşturma ve söylem kurma yeteneklerinden gelmektedir. AK Parti, 2002'den 2010 referandumuna kadar iktidar olduğu fakat muktedir olamadığı söylense de, siyasi sistemi dönüştürecek icraatlar sergiledi. Muktedir olmanın iki temel boyuta sahip olduğu söylenebilir. İlki, siyasi karar- ları alabilme ve kurumları bu yönde dönüştürebilme gücüdür. 2007'de Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi ile AK Parti bu yolda önemli bir eşiği aştı. Her seçimden başarı ile çıkan AK Parti, kitlelerin geniş desteği sayesinde güçlenerek iktidarda kaldı. Ancak dönüşümün devamı ve yeni bir yapının kurulması için muktedirliğin ikinci bir boyutuna ihtiyaç var. Bu da stratejik elit ve kimlik gruplarının desteğini/ rızasını alabilmektir. Kemalistlerle mücadele sırasında AK Parti, liberallerin, bazı solcuların, Kürt milliyetçilerinin, Gülen grubunun ve İslamcıların desteğini toparlayabildi. Kitlelerin oyu ile stratejik grupların desteğini mezcetti.
AK Parti'nin muktedirlik dönemi 2013 nevruzuna kadar uzatılabilir. Gezi olaylarının hemen öncesinde Çözüm sürecinin hızlı gittiği bir ortamda Abdullah Öcalan'ın nevruz açıklaması yaptığı bahar ayları, AK Parti'nin muktedir olmasının en tepe noktasıdır. Öcalan'ın açıklaması AK Parti'nin medeniyet söylemine benzer bir dille Türkiyeliliği vurguluyordu. İçte muktedir olmak uluslararası sistemde etkin olma, kendi oyununu kurma iradesini getirdi. AK Parti için zorlukların başladığı dönem bu iddianın sergilendiği dönemdir. Arap Baharı'nın çıkmaza girdiği ve Suriye'deki isyanın iç savaşa döndüğü zamanlardır.
Dış politikadaki iddia ve takip eden sıkışmaya paralel olarak AK Parti'nin muktedirliğini sınırlandırma çabaları da hız kazandı. Öncelikle, bu partiye destek veren stratejik grupların teker teker muhalif konumlara geçtiğini görmekteyiz. Batı dünyasında kamu diplomasisi görevi üstlenen ve içte de reformcudemokrasi dilinin kurulmasına katkı sağlayan liberaller- solcular Gezi olayları ile saf değiştirdi. Gülen Grubu'nun muhteris iktidar oyunu AK Parti ile koalisyonu bitirdi: MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılması, dershane tartışması ve nihayet 17-25 Aralık 2013 darbe girişimi. 6-8 Ekim 2014 Kobani gösterileri ile Kürt milliyetçileri daha önce muhalefete katılmayarak verdikleri dolaylı desteği aktif bir hasımlığa çevirdiler. AK Parti'ye destek veren stratejik kimlik gruplarından Kürt İslamcıların kaybı ise 2015 seçimleri ile gerçekleşti.
Kürt İslamcılarının HDP çatısı altında siyaset yapmalarının üç etkisi olacağı kanaatindeyim. İlki, Kürt milliyetçiliği İslamcı bir dille yoğrularak Kürt kitleler nezdinde daha da meşrulaşacaktır. İkincisi, bu meşrulaştırma, Kürt İslamcılarının sadece PKK- KCK çizgisinin Güneydoğu'da şiddet ve korku üzerinden ürettiği otoriterliğin görmezden gelinmesi anlamına gelmeyecek. Aynı zamanda AK Parti tabanında tepkisel bir "Kürt karşıtlığı" üreterek bu partiyi daha milliyetçi bir çizgiye çekilmesi yönünde baskılayabilir.
Üçüncüsü, "yolsuzluk" suçlaması ile bütünleştirilecek "iktidarda bozuldunuz" eleştirisi Kürt olmayan İslamcı grupları ve diğer cemaat- tarikat çevrelerini hedef alacak bir zemin oluşturabilir. Böylece, laikler nezdinde İslamcı olmakla eleştirilen AK Parti İslamcı çevrelerde İslami hassasiyetlerini kaybetmekle suçlanacak. Gülen medyasında yeniden başlayan "İslamcılık" tartışmasını ve "İsrailoğulları gibi oldunuz, iktidar sizin için altın buzağı oldu" eleştirilerini bu gözle okumakta fayda görüyorum.