Mısır, Arap dünyasının kalbidir. Ortadoğu'daki güç dengeleri açısından da İslami hareketlerin dönüşümü yönüyle de Mısır'daki gelişmeler bölgede trend oluşturacak kritik öneme sahiptir.
Sisi darbesi sonrası istikrarsızlığa savrulan ülkede Tahrir Devrimi yıldönümündeki gösteriler sert şekilde bastırılırken geçen hafta perşembe gecesi Sina'da 42 güvenlik görevlisi öldürüldü. Müslüman Kardeşler her türlü şiddeti reddettiğini açıklarken saldırıyı IŞİD'in Sina'daki kolu Ensar Beytül Makdis örgütü üstlendi. Bu arada Sisi yönetimi, Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nı terör örgütü ilan etti.
Bütün bu olaylardan anlaşılan Sisi yönetimi "terörist" olarak nitelediği Müslüman Kardeşler'in tabanını radikalleştirme ve terörize etme gayretinde ısrarcı. Bu baskı, Müslüman Kardeşler'in 1954'te Cemal Abdül Nasır döneminde gördüğünden daha yoğun... Şimdiye kadar şiddete bulaşmamaya itina gösteren Müslüman Kardeşler'e yakın televizyonlarda yapılan yayınların keskin diline bakılırsa örgüt, tabanını radikalleşmekten korumakta zorlanıyor.
Müslüman Kardeşler'in önünde iki seçenek var: İlki, Sisi yönetiminin terörize etme stratejisine yenilerek mücadelesini silahlı boyuta taşıması. Bu seçeneğin Müslüman Kardeşler'i bir daha isminden silemeyeceği ağır bir yükün altına sokacağı ortada. Bu ihtimal, bölgede model olacak demokratik bir dönüşümün yolunu da kapatacaktır.
İkincisi, bölgesel denklemlerdeki değişimi gözleyerek mücadelesini demokratik siyasetin alanına taşıma becerisini gösterebilmek. İktidarda yapamadığını muhalefette yapmak zorunda. Oyunu kuralına göre oynamak durumunda.
Mursi yönetimi döneminde esnek olmayan ideolojik yönelimi sebebiyle Müslüman Kardeşler iktidar mücadelesini yönetemedi. Uyarılara rağmen gelen darbeyi engelleyemedi. Ürdün'ün "İhvan Hilali," ve "İsrail'in Arap Baharı İhvan baharı oldu" argümanlarının Washington'da ağırlık kazanması sebebiyle ABD'deki destekçilerini kaybetti.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin "antiİhvan" siyasetinin Suudi Arabistan tarafından benimsenmesiyle Müslüman Kardeşler bölgesel bir kuşatmaya tabi tutuldu. Bu kuşatmanın uzun süre devam etmesi makul görünmüyor.
S. Arabistan'ın yeni kralı Selman'ın yaptığı atamalar dış politikasında bir değişimin olabileceği yönünde güçlü emareler taşıyor. Siyasi ve Güvenlik İşleri Başkanlığı'na İkinci veliaht Muhammed bin Nayef'in getirilmesi ve Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Bender bin Sultan'ın azledilmesi bunlardan bazıları. Bu minvalde, S. Arabistan bir süre sonra Müslüman Kardeşler'le yumuşamayı tercih edebilir. Zira İran'ın artan nüfuzu karşısında S. Arabistan; Irak, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde eski gücünü kaybetti. Radikal örgütlerin oluşturduğu tehdit de büyüme eğiliminde.
Yeni Kral Selman, bu stratejik sıkışıklığı aşmak için Müslüman Kardeşler'le ilişkilere yeni bir düzen vermeyi tercih edebilir. Bu, BAE ve İsrail stratejik ortaklığının bölgesel "anti-ihvan hattı"nın etkisinin azalması anlamına gelecektir. Bu da Mısır'da normalleşmenin önünü açabilir.
IŞİD ve El-Kaide gibi radikal örgütlerin Müslüman Kardeşler'in siyasete entegre edilmediği ortamda daha da güçleneceği tezinin Washington'da da hüsnü kabul görmesi mümkün. Ancak böylesi değişim ihtimalinin belirdiği bir dönemde Müslüman Kardeşler'in tabanının silahlı mücadeleden mutlaka uzak tutulması gerekli. Bu yüzden Müslüman Kardeşler'in önündeki en büyük tehlike, otoriter Sisi yönetiminin ve bölgesel ortaklarının yürüttüğü radikalize etme stratejisine yenik düşmektir.
Bölgesel kuşatmanın ömrü uzun olamayacaktır. Bu nedenle, bütün maliyetlerine rağmen, siyasete dönüş tek tercih olmalıdır.