Suudi Arabistan kralı Abdullah'ın ölümü, Tahrir Devriminin 4. yılının dolduğu ve Yemen'de İran destekli Husilerin yönetimi tümüyle ele geçirdiği günlere denk geldi.
2010 sonunda başlayan Arap isyanlarının Ortadoğu'nun jeopolitik mimarisine getirdiği en önemli etkilerden biri de S. Arabistan, İran ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin daha aktif dış politika izlemeye mecbur kalmasıydı.
Bu üç ülkeden sadece Türkiye, Tunus'tan Mısır'a ve Yemen'e kadar her yerde demokratik yönetimlerin işbaşına gelmesini destekledi.
İran ve S. Arabistan ise sürece seçmece yaklaştılar.
İran Suriye'de; S. Arabistan ise Mısır ve Bahreyn'de otoriter rejimlerden yana tavır koydu.
Selefi Kral Fahd'dan farklı olarak kendisini "kısmi reformcu" çizgide tutan Kral Abdullah, Arap isyanlarının ülkesinin önüne getirdiği üçlü meydan okuma ile uğraştı. İlk meydan okuma, Mısır'da Müslüman Kardeşler'in iktidara gelmesiyle Körfez'de oluşacak bölgesel demokratik dalgaydı.
Sisi darbesine verilen destek sayesinde İslami demokrasi tecrübesi S. Arabistan ve BAE tarafından en azından şimdilik boğulmuş oldu.
Ilımlı İslamcı Müslüman Kardeşler'in bölgede terörist örgüt ilan edilmesi ile S. Arabistan'ın tehdit hissettiği ikinci meydan okumanın önü ise daha da açılmış oldu. Böylece, El-Kaide ve IŞİD gibi radikal örgütlerin gençleri kazanmadaki fırsat alanı büyüdü.
Bugün bu tür örgütler bünyesindeki binlerce Suud vatandaşının ülkeye geri dönmesinin oluşturacağı bölgesel boyutlu bir tehlikeden bahsedilmektedir. Bu yüzden Kral Selman döneminde deradikalizasyon politikalarının daha öne çıkması beklenebilir. Muhammed bin Naif'in veliaht yardımcısı yapılmasını bu bağlamda görmek gerekir.
Üçüncü meydan okuma ise, 11 Eylül sonrası konjonktürün en büyük fırsatçısı İran'ın Arap isyanları ertesinde daha da artan bölgesel nüfuzu oldu. Dört Arap başkentinde (Şam, Bağdat, Beyrut ve Sanaa) kontrolü elde tutan İran'ın hem yumuşak hem de sert gücü üzerinden oluşturduğu rekabet S. Arabistan için uzun dönemli bir kaygıyı oluşturmakta.
IŞİD ile mücadelede benzer menfaatlere sahip olan ABD ve İran arasında nükleer görüşmelerde de bir anlaşmaya varılması durumunda Suud- İran rekabeti daha da sertleşebilir.
Hem de ABD'nin olası bütün gayretlerine rağmen.
Petrol zengini Doğu vilayetindeki Şiilerin İran etkisine açıklığı da ayrıca not edilmelidir.
Körfezdeki monarşilerin statükosunu koruma amacıyla bu üç meydan okuma ile aynı anda yüzleşen Suud Hanedanı iç siyasette istikrarı ziyadesiyle önemsemek durumundadır.
Hanedan içi iktidar kapışması ihtimali S. Arabistan siyasetinin en kritik konusudur.
Tahta kimin çıkacağı Kral Abdullah döneminde oluşturulan ve 35 prensten oluşan Biat Konseyi sayesinde şimdilik sorunsuzca belirlenmektedir.
Yeni Kral Selman ile birlikte Sudeyri kardeşlerin çocuklarının önü tekrar açılmıştır. Veliaht yardımcısı M. Bin Naif üçüncü nesil Sudeyri prensidir. Sudeyri kardeşlerin çocukları arasındaki dayanışma ve Hanedan içinde onlara rakip oluşturabilecek karşı bloklaşma bir sorun alanı olarak durmaktadır. Sayıları 7 bini bulan prensler arasındaki iktidar paylaşımı yönetilmesi gereken bir olgudur.
Petrol fiyatlarının düşük tutulmasını sağlamada kritik rol oynayarak ABD ve AB'ye Rusya'yı dize getirme noktasında destek veren S. Arabistan, yüzde 1'lik bütçe açığını göğüslemek durumunda kalmıştır. Suriye'de radikal gruplar yerine ılımlı grupları desteklemeye başlayan S. Arabistan bölgesel politikasında bir restorasyon yapmak zorundadır. Kral Abdullah döneminin en etkili dış politika uygulayıcılarından biri olan Bender bin Sultan'ın devre dışı bırakılması halinde bu restorasyon kolaylaşacaktır.
Asıl mesele söz konusu üç meydan okumaya (demokratik talepler, radikal İslamcılar ve İran'ın artan nüfuzu) cevap verebilmekte...
Müslüman Kardeşler'e yönelik tavrını yumuşatarak Mısır'da bir geçiş dönemini başlatmak bu restorasyonun ilk adımı olabilir.
Türkiye ile Suriye ve Mısır'da birlikte çalışacak bir zeminin oluşturulması da diğer adım olacaktır.