Charlie Hebdo saldırısı daha şimdiden Batı-İslam ilişkisini anlamlandırmada uzun süre kullanılacak belirgin örneklerden birine dönüştü. 11 Eylül'ün oluşturduğu ana paradigma "medeniyetler çatışması" olarak belirlenmişti. "Uzak düşman"a saldırmayı önceleyen El-Kaide'nin Yemen koluna nispet edilen bu terör eyleminin hem Avrupa'da hem Türkiye'de ürettiği tartışmaya ve kutuplaşmaya bakılırsa mesele bu kadar basit değil.
Bugünün küresel dünyasında Ne Batı ne de İslam medeniyeti diğer medeniyetin iç sorunlarından azade bir yerde olabiliyor. Bütün renkleriyle İslam, Batı'nın içinde mevcut. İslam dünyasının iki yüzyıllık Batı ile hesaplaşması ise yine karmaşık sonuçlar üretmiş durumda. Batı'nın "evrensel" değerlerini savunan Batıcılar, yani Garpzedeler ile onu "bağnaz, barbar ve materyalist" gören Batı karşıtları, kendi toplumlarının geleceği hakkında kıyasıya bir mücadele içinde.
Batı'daki Müslüman toplulukların yabancı düşmanlığı ile asimilasyon arasında sıkışan hikâyesi daha da sorunlu. Avrupa'da yükselen sağ ve İslam karşıtlığı bu medeniyetin değerlerinin iflasına götürecek bir sefaleti tetikleyebilir.
Değerlerinin evrensel olduğu iddiasında hegemonyasını kaybeden Batı, bu değerlerin kendi iç düzeninde bile yitirilmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in İslam ile terörizmin hiçbir şekilde ilintili olmadığını belirten açıklamalarda bulunmaları ülkelerinde hissettikleri bu tehlike ile yakından irtibatlı.
Ancak konu Batı ile İslam ilişkisine gelince sorun sadece yabancı düşmanlığı ile anlaşılamaz.
Aslında "fikir ve ifade özgürlüğü" ile "kutsala saygı" ikilemi arasındaki tartışma evrenselin ne olduğu ve farklılık ile nasıl ilişkileneceği hakkında... Batı dünyası fikir ve ifade özgürlüğünü kendi "evrensel" tanımlamasıyla ve çifte standartla birlikte dayatıyor. Antisemitizm insanlık suçu bağlamında değerlendirilirken İslamofobya daha çok ifade özgürlüğü gündeminde tartışılıyor.
Batı medyası kutsala tüm dünyanın kendisi gibi yaklaşmasını istiyor. Bu tahakkümcü yaklaşım farklı renklere kapalı olmaktan muzdarip bir önyargı ve katılığa dönüşüyor.
Halbuki insanlık farklılıkları barındıran yeni bir evrensel tanımına, etkileşimle kurulan ortak değerlere muhtaç. Batı'nın bunu anlamama konusunda "masum" olmayan ısrarı İslam dünyası ile ilişkilerindeki krizi derinleştiriyor.
İslamcıların bu tür kriz durumlarında "özcü" yanı ağır basan Batı algısı ise başka bir sorun alanı...
Sürekli Batı'nın "gayri-insani" ve "iki yüzlü" olduğunu söylemek İslam dünyasını savunmacı ve reaksiyoner bir yerde tutuyor.
Modernitenin şiddeti kutsayan hastalığı bazı Müslümanların gündeminde cihadı temsil etmeye başlıyor. Bu yaklaşım Batı'ya tepki ile kendini tanımladığının farkında değil. İslam'ın evrensel mesajını Batılı formlarla yeniden üreterek başkalaştırdığını göremiyor.
Batı ile mücadelenin teröre endekslendiği bir ortamda Müslümanların dünyadaki "halifelik" misyonu da fasit bir daireye sıkışıyor: karşıtlık ve tepkisellik. Batı kamuoyunu İslam konusunda uyaran nitelikli Batı eleştirileri bu daireyi aşacak katkılar olacaktır. Evet, mesele özgüven ve özne olmakla ilgili.
Dikkat edilmesi gereken nokta şu: Kendi hikâyesini yazmak ve yaşamak isteyen Müslümanların özneliği negatif bir zemine, terörizm ve karşıtlığa mahkûm ediliyor.
İşte bu hikâyenin tüm insanlığa "barış ve rahmet" getirmesi için başka bir düzleme ihtiyaç var. Bu, özgüvenini ve özneliğini onurlu şekilde sergileyen ancak kendi farklılığını tek yol olarak dayatmayan bir tavır. İslam'ın evrensel bir mesaj olma davasına verilecek destek bu tavırdan geçmekte.
Bahsettiğim tavır, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Mehmet Akif Ersoy'dan mülhem sözüyle de örneklenebilir: Müslümanlar "asrın idrakine katkıda" bulunmak istiyorlar. Bu katkıyı vermenin yolu Batı karşıtlığının fasit dairesinden değil, nitelikli eleştirilerin irfanından geçiyor.