Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu'da kurulan düzenin çöküşünü 11 Eylül ile başlatmak yerinde olur. ABD'nin 11 Eylül 2001 saldırısına verdiği tepki bölgede etkileri uzun sürecek bir dönüşüm ve kriz serisini başlattı. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Afganistan işgali ile Taliban'ın devrilmesi; Irak işgali ile Saddam rejiminin yıkılması ve Aralık 2010'da başlayan Arap isyanları.
İlginçtir, bu krizlerin getirdiği yeni bölgesel denklemlerden en fazla istifade eden ülkeler İran ve İsrail oldu. Saddam yönetiminin devrilmesi her iki ülkenin de güçlü bir düşmandan kurtulması demekti. Dahası, Irak'taki yeni Şii yönetim İran'ın bölgesel nüfuzuna katkı sağladı. Taliban'ın gidişi de İran'ın Afganistan ve Pakistan'daki Şiilere yönelik etki alanını genişletti. ABD'nin bölgeye fiili müdahalelerinin, şer ekseninin parçası olarak gördüğü İran İslam Cumhuriyeti'nin elini güçlendirmesi bölgede yaşanan ironilerin başında gelir.
Bölgedeki en son değişim dalgası olan Arap isyanlarının ilk demokratik evresinde İran ve İsrail'in baskı altına gireceği düşünüldüyse tersi gerçekleşti. Suudi Arabistan destekli karşı- devrim dalgasıyla bölgedeki statüko kendini yeniden tesis etti. Bütün bu yeni denklemlerde İran yükselen bölgesel güç olarak tebarüz etti. Hasan Kösebalaban'ın da hatırlattığı üzere bugün İran, dört Arap başkentinde en etkili bölgesel güç konumunda: Bağdat, Şam, Beyrut ve San'a.
Arap isyanlarının bölgeye getirdiği kaos İran için Suriye'de bir krize dönüştüyse de (Direniş Hattı'nın kırılması tehlikesi), ABD ile ilişkilerinde yeni fırsat alanları doğurdu. 1979 İran Devriminden günümüze ABD ile "büyük şeytan- haydut devlet" ilişkisine sahip olan İran, nükleer müzakereler ve IŞİD ile mücadele sayesinde yepyeni bir açılım yapma imkânı yakaladı.
Nitekim ABD'nin İran ile bölgesel işbirliği yapması gerektiğini söyleyen analistlerin sesleri İsrail lobisinin baskısına rağmen duyulur oldu. Hatta ve hatta Obama Yönetimi, İsrail'in muhalefetini göğüsleme pahasına İran'ın nükleer programını sınırlandırmasını sağlayarak iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatma arzusunda.
P 5+1 ile İran arasında Kasım 2013'teki geçici anlaşma ile başlayan müzakerelerin Viyana'da yürütülen 10. Tur görüşmelerinde nihai bir anlaşmaya varılması beklenmiyordu. Müzakerelere 1 Temmuz 2015'e kadar devam edilmesine karar verildi. Müzakerelerin tümüyle durması her iki ülkenin de tercih etmeyeceği bir seçenekti.
Nükleer müzakerelerin nihai bir anlaşmayla sonuçlanması halinde İran'ın bölgesel gücünü artıracak yeni bir döneme giriyoruz demektir. IŞİD ile mücadelede ABD'ye destek verecek İran'ın artan nüfuzunun S. Arabistan başta olmak üzere Körfez'de rahatsızlıkla karşılanacağı ortada.
S. Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el- Faysal'ın beklenmedik bir şekilde Viyana'ya gelmesini bu rahatsızlığın göstergesi olarak okumak mümkün. Görüşmelerde sürenin uzatılması sebebiyle Obama Yönetimi, Cumhuriyetçilerin "biz söylemiştik" eleştirisiyle yüzleşmek durumunda kalacaktır. Muhtemelen, İran'ın süreci uzatarak elini güçlendirdiği teziyle ve İsrail lobisinin de kamuoyu baskısıyla İran'a yönelik yaptırımların ağırlaştırılması teklifi Kongre'de Obama yönetimini zorlayacaktır.
Fotoğrafın tümüne bakıldığında İran'ın nükleer müzakereler ve IŞİD ile mücadele sayesinde ABD ile ilişkilerde ince bir yoldan yürüyerek bölgesel satranç oyununda yeni bir hamle yaptığına şahitlik ediyoruz.