Modern Türkiye siyasetinin şekillenmesinde Batı ile ilişkiler kadar Batı algısı da belirleyici oldu. Kemalizm tek medeniyet olarak gördüğü Batı'ya dahil olmayı hedef olarak koydu. İslamcılar ve muhafazakârlar ise Kemalistlerin resmettiği pozitivist Batı'dan farklı bir Batı olduğunda ısrarcı oldular.
Manevi değerlerine de sarılan ve üretkenliğini buna borçlu olan bir Batı'ydı bu. Nihayetinde Batı taraftarlığı ya da karşıtlığı siyasi hayatımızın verimli bir sermayesi konumuna geldi.
Mevcut dünya düzeninin kurucusu ve banisi olarak Batı (özelde ABD) ile ilişkiler siyasi partilerin ve hükümetlerin kendi geleceklerini belirlemelerinde nirengi noktasını oluşturdu. Daha da önemlisi, Batı ile ilişkiler, stratejik çıkarlar ve ittifakların ötesinde bir mahiyet kazandı: Batı karşıtlığı iddiası üzerinden kendi ideolojik ötekisini oluşturmak.
Rekabet halinde olduğu aktörleri "Batı karşıtı" şeklinde sunmanın uluslararası sistemde kendini meşrulaştırma anlamında bir katkısı, etkisi mevcut. Hatırlayalım, Ortadoğu'daki seküler otoriter rejimler İslami hareketlere karşı "Batı karşıtı olma suçlamasını" sürekli kullandı. Arap Baharı ile kısa bir süre sekteye uğrayan bu yaklaşım, Mısır'da İhvan'ın iktidardan devrilmesi ile yeni bir hız kazandı. Demokratik İslamcılığın oluşması fırsatı bu yaklaşım sebebiyle kaybedildi. İsrail, Suudi Arabistan ve İran gibi farklı aktörler stratejik çıkarları yüzünden bu pozisyonda birleşiverdi.
Son yıllarda ise Türkiye üzerine içte ve dışta bir kampanya yürütülüyor. İktidara geldiği ilk dönemde "Batı'nın taşeronu" olmakla eleştirilen AK Parti'nin 2009'dan itibaren Batı'dan uzaklaştığı söylendi. Şimdi de IŞİD'i desteklediği iddiası bir adım öteye taşınarak "Batı ve Amerikan karşıtlığını yükseltmekle" suçlanmaya başladı.
Batı ile eleştirel bir entegrasyonu tercih eden AK Parti'nin Türkiye'yi merkez alan dış politikasına Batı karşıtı eleştirisi yapmanın birçok kesim için faydası mevcut. Öncelikle ABD ve Avrupa için bu söylem Türkiye'nin dış politikasını sınırlandırma ve tedip etme çabasına katkı sunuyor.
Böylece, Hükümetin Suriye başta olmak üzere iddiasının olduğu alanlarda savunmada ya da muvafık konumda olması isteniyor. Yine AK Parti'nin adaletsiz dünya düzenine yönelik eleştirilerinin de "Batı karşıtlığı" etiketi ile sınırlandırılması ya da etkisizleştirilmesi arzu ediliyor.
Laikçi, Kürt milliyetçisi ve Gülen Hareketi bağlısı çevrelerin hararetle seslendirdiği bu söylemin iç aktörler açısından ana amacı kendilerini Batı nezdinde güvenilir partner yapmak.
Böylece, Batı taraftarı ya da karşıtı olma eleştirisi Türkiye siyasetinin söylem piyasasına yeni bir dalga halinde dahil ediliyor. Batı ile sevgi-nefret ilişkisine dayalı yakın tarihimiz kendini ilginç bir versiyonla tekrar ediyor.
Muhalefetin zayıf aktör olma hissiyatıyla birleşen "taktikler ve yeni koalisyonlar" Batıcılık ve millilik konularında yeni pozisyonlar getiriyor. Muhalefetin "Batıcı," iktidarın "Batı karşıtı" şeklinde etiketlenmesi Refahyol Hükümeti haricinde alışık olduğumuz bir şey değil.
Ayrıca, Batı'yla eleştirel entegrasyon imkânının yeni Batıcı muhalefet eliyle sınırlandırılmaya çalışılması da manidar. Dahası, içte ve dışta AK Parti'ye yönelik "Batı Karşıtlığı eleştirisi" Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik otoriter suçlaması ile birleştirilerek bir psikolojik harekâta çevrilmekte.