Arap Baharının dördüncü yılını doldurmasına az bir zaman kaldı. Aralık 2010'da Tunus'ta başlayan isyan dalgası Yemen'e kadar bütün Arap coğrafyasında etkili oldu. Tunus ve Mısır diktatörlerinin kısa sürede devrilmesi ile büyük umutlar oluştu.
Geç kalan demokratikleşmenin nihayet bölgeye devrimler dalgası ile ulaştığı düşünüldü. Ancak Libya ve Suriye durakları baharın hızla kışa çevrildiği tecrübeler oldu. Temmuz 2013'te Mısır'da Mursi yönetiminin devrilmesiyle Körfez'deki tutucu güçlerin desteklediği karşıdevrim süreci önemli bir mevzi kazanmış oldu.
Bugün için yapılacak muhasebede iki ülkenin, Tunus ve Fas'ın Arap Baharının ayakta kalan demokratikleşme tecrübeleri olduğu söylenebilir. Tunus, ordunun güçlü olmadığı bir cumhuriyet olarak iktidar paylaşımını gerçekleştirme yönünde gerilimli de olsa barışçıl bir tecrübeyi temsil ediyor.
Nahda lideri Gannuşi'nin akil siyaseti, iç barışın korunmasında ve Anayasanın yazılarak ikinci serbest seçimlere gidilmesinde kritik bir role sahip. Fas ise Körfez monarşilerinin aksine bir tutumla halkın taleplerine cevap vermeyi ve kralın yetkilerinin bir kısmını parlamentoya devretmeyi tercih etti. 20 Şubat (2011) muhalefet hareketi bu yüzden krallığı kaldırmak isteyen bir devrime dönüşmedi.
Körfez monarşilerinin geniş rantiye gelirine sahip olmadığı halde Fas Kralı 6. Muhammed, tedrici dönüşüm siyaseti ile meşruiyetini korumayı bildi.
2011 seçimlerinin galibi ve mevcut koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan Adalet ve Kalkınma Partisi dahil bütün siyasi partiler nezdinde kendisini hakem pozisyonunda tutmayı başardı. Sol ve seküler partiler ile İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi arasındaki ideolojik çekişmeyi kendi varlığı ile dengeleyen 6. Muhammed böylece, Fas'taki tedrici dönüşümün ve kalkınmanın garantörü konumuna yerleşmiş görünmektedir.
İşte, Fas böyle bir ortamda 2015 yerel seçimlerine ve 2016 genel seçimlerine gidiyor. Gelir dağılımının alt sınıflar lehine düzeltilmesi gereken ülkede bütün siyasi aktörlerin Arap baharı sonrasında bölgede oluşan kaos ve çatışmadan büyük dersler çıkardığı görülüyor.
Birkaç gün önce SETA Vakfı olarak Rabat'ta düzenlediğimiz "Kuzey Afrika'da yeni toplumsal sözleşme arayışı" isimli konferansta Türkiye ve Fas tecrübelerini karşılaştırdık. Bu konferans, Tunus, Fas ve Türkiye tecrübelerini ortak bir okumaya tabi tutmanın faydasına işaret etti.
Her şeyden önce Türkiye tecrübesinin kalkınma, demokratikleşme ve yeni laiklik anlayışı yönünden Fas'ta yakından takip edildiğini ve "ileri bir tecrübe" olarak değerlendirildiğini müşahede ettik. Her üç ülke de İslami hareketlerini siyasal sisteme entegre etme becerisini gösterdi. Hatta tek başına iktidar (Türkiye) ya da koalisyon ortağı (Tunus ve Fas) olarak hükümet etmesine imkân tanıdı.
Bu iktidar tecrübesi İslami hareketlerin Ortadoğu'da dinsiyaset ilişkisini dönüştürme sürecinde öne çıkması ile sonuçlanıyor. Aslında bu durum bölge ülkelerinde ilk defa "sahici bir laiklik" tartışmasını üretiyor. Hem İslami partilerin iktidardaki uygulamaları boyutuyla hem de muhalefetlerinin eleştirileri yönüyle...
Bu defa laiklik tepeden inme ve baskıcı bir proje olarak ya da Batılılaşmanın ajanı olarak gündemde değil. Farklı yaşam tarzlarının ve İslam anlayışlarının toplumsal rekabeti etrafında tartışılıyor. Toplumun meşru siyasal aktörlerinin kendileri için tartıştıkları ve dönüştükleri bir macera bu.
Dikkat çeken bir diğer konu ise, farklı aşamalarda olsalar da, Türkiye, Tunus ve Fas'ta yeni bir toplumsal sözleşme hayata geçiyor. Yeni bir Anayasa yazmayı başaran Tunus ve Fas'ın önünde demokrasiye geçişi kurumsallaştırma ve bir kalkınma hamlesi gerçekleştirme gibi bir sınav bulunuyor.
Ekonomik başarısıyla göz dolduran Türkiye'nin ise, orta gelir tuzağına düşmeden, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun ifade ettiği gibi "ikinci bir sıçrama" yapması gerekiyor. Daha önemlisi, Türkiye, Kürt ve Alevi açılımlarıyla başlattığı yeni toplumsal sözleşmeyi sivil bir Anayasa ile pekiştirmek zorunda. Bu, Türkiye'deki demokrasi tecrübesinin derinleştirilmesi anlamına gelecek.
Özetle, yeni bir Ortadoğu'nun oluşması için demokratikleşme tecrübelerinin farklı renklerle yaşatılması ve kurumsallaştırılması lazım.
"Yeni" Türkiye gibi, "Yeni Tunus" ve "Yeni Fas" tecrübelerinin zenginliğine ihtiyacımız var.