Elçin Yahşi yine yapacağını yapmış!... Dün Cumartesi ekimizdeki bir eleştirimin, kapaktan 'Dorsay'dan Ters Köşe' başlığıyla verilmesi onun fikri değilse ben ne olayım!... Tıpkı yıllar önce, tüm eleştirmenlerimizin bayıldığı Sil Baştan / The Eternal Sunshine of a Spotless Mind filmini nefretle karşıladığımda, yine eklerde başlattığı polemik gibi... Eee, kültür işleri sorumlunuz gerçek bir sinema meraklısı olup herhangi bir tersliği kaçırmayınca, sizin başınıza da bunlar geliyor!..
Ben elbette hiç kızmıyorum, hatta şaşmıyorum. Filmlerin bakkaldan aldığınız sabun veya manavdan aldığınız domates gibi somut, genel ve nesnel biçimde değerlendirilen ürünler değil, karmaşık, zengin ve yoğun birer kültürel ürün olduğu gerçeği karşısında, hep ayni yargıları vermemiz beklenebilir mi? Eleştirmenler tornadan çıkmış, ne yapıp edecekleri bilinen mekanik yaratıklar değil, herbiri farklı bir kişilik, çevre, eğitim ve kültürden gelmiş özgür ve özel varlıklar olduğu sürece, bu böyle olacak. Kimi zaman birleşsek de, kimi zaman son derece farklı konumlar alacağız. Ve okuru şaşırtacağız. Sevgili Elçin bu ayrışmanın azamiye çıktığı durumları gözden kaçırmayıp makul ölçüde büyütüyorsa, kültür gazeteciliğinin en doğal gereğini yapıyor.
Tüm bu ve benzer örneklerde haklı olduğumu ve sonuç olarak benim yargılarımın tek doğru ve geçerli olanlar olduğunu elbette söyleyemem. Ama rica ederim, Sil Baştan'ın yönetmen Michel Gondry - yazar Charlie Kaufman ikilisinden ne kaldı? Haydi, Fransız Gondry en azından ülkesinde birşeyler yapmaya çabalıyor. Ama Amerikalı Charlie Kaufman, temel özelliği zıpırlık ve esas amacı ne pahasına olursa olsun şaşırtmak olan o garip filmlerinden sonra ne yapabildi? Gerçek sinema sanatına ne katabildi?
Ününü yaptığı filmi Kanıma Gir'i de hiç sevmediğim Tomas Alfredson da benim için öyle biri. Mutlaka çok zeki, entelektüel, sinema tarihini iyi bilen, olasılıkla yaratıcı bir yönetmen. Belki Köstebek'ten sonra birgün benim de seveceğim birşeyler yapar. Ama o ve benzeri yönetmenlerin temel bir kusuru var. Entel takılayım derken, sinemanın baştan beri popüler bir kitle sanatı ve iletişim aracı olduğunu tümüyle göz ardı etmek. Ve Hollywood'un temsil ettiği bu anlayışın baş ögelerinden biri olan tür sinemasını da bilmezlikten gelmek. Ben birçok kuşakdaşım gibi, o sinemanın en parlak örnekleriyle büyüdüm. Bunların arasında da casusluk veya ajan filmleri ve bunların yakın komşusu olan gerilim, polisiye ve kara-film türlerinin özel bir yeri vardı. Benim gibi Berlin Ekspresi'nden Verboten'e, Beş Parmak'tan Çok Bilen Adam'a, Gizli Ajan'dan Bir Kadın Kayboldu'ya, Korku Bakanlığı'ndan Zafer Yaratan Casus'a, Soğuktan Gelen Casus'tan Akbabanın Üç Günü'ne Lang, Hitchcock, Fuller, Mankiewicz, Tourneur, Ritt veya Pollack imzalı onca başyapıtı tüketmiş birisi Köstebek'e kolayca tav olabilir mi?
Ama bunca sinefilliğe de gerek yok. Sıradan seyircinin tepkisi de var. IMDB adlı evrensel sinema sitesine girip bakın. Örneğin ikinci sıradaki 'worst movie ever - gördüğüm en kötü film' başlıklı yargıda bulunan Jor Dann şöyle eklemiş: "This is the ultimate borefest film. Be warned - Sizi uyarayım: Bu sıkıcı festival filmlerinin en kötüsü." Ben de sizleri uyarmış olayım!...