Cuma akşamı Beyoğlu sinemasında Yılmaz Güney'i anma gecesine uğradım. Başta Fatoş Güney, Yılmaz'ın yakınlarıyla buluşup iki laf etmek için gittim, sonrasında Duvar filmine kalmadım. Yılmaz'ın sevdiğim filmlerinden değildir ve içimde yeniden görme arzusu yoktu.
Orada birkaç TV kamerasına konuştum. Bunca yıl sonra Yılmaz'ı yeniden anlatmamı isteyenlere yanıt vermedim: Her şeyi söyleyip yazmış değil miydik? Ama birçoğu, akıllıca, Yılmaz ve günümüz sineması arasındaki ilişkiyi sordular. Bu ilginç bir konuydu ve bir zihin jimnastiği için uygun bir alandı.
Sahi, Yılmaz'dan geriye ne kaldı? Ve günümüz Türk sineması ona ne borçlu? Söylemeye çalıştım ki, Güney sineması ülkenin çok çalkantılı ve belalı bir döneminin özel koşullarında pişip olgunlaşmış bir sinemadır. İdeolojilerin dimdik ayakta olduğu, dünyamızın iki blok arasında bölündüğü, devrim hayallerinin henüz ölmediği, sol düşüncenin dünyayı değiştirebileceği umutlarının hala varolduğu, sınıf mücadelesinin yaşamsal gözüktüğü günler... Türkiye o yıllarda hala geri kalmışlar arasında sayılan, emekçisini sömüren, haksız gelir dağılımını sürdüren, işçisinden öğrencisine hertürlü baskı ve zulmü uygulayan ve bunun için illa da askeri darbe dönemlerini beklemeyen bir ülkedir.
Elbette böyle bir ülkede sanat da politize olmak, hatta düpedüz politik olmak zorundadır. Öncekilerin göremediği, görse de cesaret edemediğini Güney yapmıştır. Sinemayıı bir siyasal mücadele aracına dönüştüren, ateşli, öfkeli, sivri, aşırı, açıkça siyasal olamadığında bile bir 'devrimci ruh' taşıyan hikaye ve filmleriyle, bir dönemin büyük boşluğunu doldurmuş, bir büyük toplumsal talebe yanıt vermiştir. Az şey mi bu?
Ama bugün Türk sineması bambaşka bir yerde. Bu yerin 'daha iyi' olduğu söylenebilir mi? Bence evet. Birçok açıdan: Eski düzen yıkılmış, üretim biçiminden dağıtım yöntemlerine, tür sinemasından yıldız sistemine, inanılmaz film sayılarından çalakalem senaryolara birçok şey ortadan kalkmıştır. Onların yerine, hemen herkesin eline kamera alıp film çekmesini sağlayan demokratik bir üretim biçimi (Antalya'nın 13 yarışma filminden dokuzu ilk filmler!), geniş çaplı bir 'auteur' (yaratıcı yönetmen) sineması, dünyaca tanınan ustalar, üstüste yığılan ödüller var. Ve elbette çok daha sofistike ve incelikli filmler..
Ama galiba bir Yılmaz Güney eksik. Ya da onun mirasçıları... Yani, toplumculuğu yaşam biçimi yapmış, her şeyin artık para ve karla ölçüldüğü bu koyu kapitalist renkli dünyada kimi siyasal idealleri koruyan, toplum ve kamu yararı kaygılarını bireysel çıkar ve hırsların önüne koymayı inatla sürdüren, dünyamızın daha insancıl bir yöne doğru evrimini amaç edinen bir sinema. Belki Yılmaz yaşasaydı, yoğun bir siyasal öze dayalı sinemasını günümüzün gerektirdiği inceliklerle donatarak, bu yolu açabilirdi.
O geceye katılan çok sayıda yeni sinemacı sevindiriciydi. Ayrıca Yılmaz Güney Vakfı ve Hüseyin Karabey'le Serdal Doğan'ın kurduğu Asi Film işbirliğiyle, Güney filmlerinin 40'a yakın belediyeyle anlaşma sonucu tüm ülkede, yeni kopyalarından gösterileceği açıklandı. 27 yıl önce aramızdan ayrılan sanatçı, böylece genç kuşaklara tanıtılacak. Ve ilk örnek, 19-25 Ekim arası Bursa'da verilecek. Arkadaş, Sürü, Yol, Duvar filmlerinin gösterimiyle... Bu girişimi kutluyorum.