Haftanın son günlerinde İstancool için koşturduk, malum... Gerçi bu ilginç girişimin içyüzünü tam çözemedim, ardında hangi yerli-yabancı sermaye var, anlayamadım. Ama ne demişler: üzümünü ye, bağını sorma. İşte tüm gazetecilik ilkelerine aykırı bir atasözü!..
Ancak bunun ilginç ve başarılı bir girişim olduğu kesin. Farklı sanat alanlarından, modadan ve jet-sosyete'den bunca ismi biraraya getirip üstelik mutlu etmek kolay değil. Görünürdeki organizatörler ise sanki İstanbul'a yakıştırılan ve türlü-çeşitli biçimde tercüme edilebilecek olan 'cool' sözcüğünü öncelikle kendileri benimsemişler. Ortada koşuşturmak yerine sanki her şeyi oluruna bırakmış bir tavırları var. Belki telaşın yerine bu soğukkanlılık ve rahatlık daha iyi!..
Kimi yan izlenimlerime gelince... İlk akşam yemeği için gittiğimiz Griffin Han'daki Tarihi Karaköy Balıkçısı, herkes yerine oturmadan servisi katiyen başlatmamak ilkesi nedeniyle, nazlı müşterisini neredeyse kaçırıyordu!... Oysa ertesi akşam gittiğimiz ve tam 150 kişiyi (ayakta) ağırlayan Ulus 29, mezeleri hemen servise başlayarak duruma uydu. Her iki ünlü mekanda da yenen her şeyin son derece lezzetli olduğunu belirtmeliyim. Ama Balıkçı'yı çeviren Perşembe Pazarı'nın, İstanbul'un bu en gözde olabilecek semtinin perişan hali acı vericiydi. Mekan sahibi Hakan Özkaraman bana, yöre için başbakanın özel bir planı olduğunu duyduğunu söyledi. Umarım bu semt kara talihinden kurtulur.
İki mekanın da bir diğer ortak noktası, sundukları inanılmaz İstanbul panoramasıydı. Birinde eski kent, öbüründe ise köprüsüyle birlikte ışıl ışıl Boğaziçi. Öyle ki, yabancılar Balıkçı'nın çatısında veya Ulus 29'un küçük terasında, azgın bir rüzgara rağmen uzun süre kaldılar. Bu kent gerçekten de ne kadar güzeldi, ne farklı görünümler sunuyor ve nasıl nefes kesiyordu... Biryandan hızla artan turist ve ünlü ziyaretçi ilgisini anlamak, öte yandan habire İstanbul'u değiştirmek isteyenlere 'böyle kalsa ve olanı korusanız daha iyi olmaz mı?' demek için iyi bir deneyim yaşadık.
Anadolu yakasında, Nakkaştepe'de açılan Vakko merkez ofisi binasını da ilk kez görebildim. Cem Hakko'nun 'dışardan bir göz' istemesi üzerine New York'taki ünlü Rex firmasına yaptırılan, 12.500 m2 üzerine cam ve çelikten inşa edilen ve 24 milyon dolara malolan yapının içine de, dışına da bayıldım. Devasa galeride harika bir şapka sergisi izledik (mutlaka görün), Hakko ailesinin tarihini anlatan eski resimlere baktık, paneller izleyip İtalyan şefin 'brunch'ına katıldık.
Ve ünlülerin, çoğunu genç öğrencilerin oluşturduğu kalabalıkta kayboluşunu, 200 küsur kişilik salona belki 800 kişinin sığma çabalarını hayret ve sevinçle izledik. Sanırım sevgili Vitali Bey'in ruhu şad olmuştur. Ve de ünlülerin kimi özel anları. Özellikle o bitmeyen sevgi arayışı... Tilda Swinton'un hiç terketmediği ressam sevgilisi, Kirsten Dunst'ın hep kendi yaşındaki (29 yaşında!) bizden veya yabancı gençlere yönelik ilgisi, kadın yazar-yönetmen Sam Taylor Wood'un kendisinden 23 yaş küçük sevgilisine olan muhabbeti. Hayat biraz da bu bitmeyen arayış değil mi?