Törenler, açılışlar, geceler birbirini izliyor. Gerçekten de mart, nisan ayları en azından İstanbul'da sinemanın da baharla birlikte uyanışını mı simgeliyor? Benim gibi sinema ve doğaya eşit ölçüde âşık birinin bu konuda mistik düşünceler geliştirmesine şaşılır mı?
Yeşilçam Ödülleri gecesinde bulunamadım: İzmir'de olduğum için... Onur ödüllerini alan duayen Türker İnanoğlu ve emektar Yeşilçamcılar İzzet Günay, Nebahat Çehre ve Göksel Arsoy'u kutluyorum, bu sektör ödüllerinin devamını diliyorum. Bu arada Mehmet Tez'in dün Milliyet'teki notundan yola çıkarak, sektörün de SİYAD'la aynı çizgiye gelip Çoğunluk ve Kosmos gibi filmleri ödüllendirmesindaki 'ilahi adalet'e de dikkat çekiyorum.
Cuma akşamı yapılan 30. İstanbul Uluslararası Film Festivali açılış törenine gelince... İki temel özelliği vardı: Nostaljik ve sade... Nostalji önlenemezdi: Değil mi ki bu kente, bu ülkeye ve bu sinemaya böylesine katkıda bulunan bir büyük festival 30 yılı geride bırakmış... Böylece bol bol ilk günler anıldı, zorluklar hatırlandı, gelip giden o güzel insanlar yad edildi. Şakir Bey ve Onat sanki yukardan bizi izliyorlardı, bana hep öyle geldi.
Ayrıca Türkan'la İzzet'in Vesikalı Yarim görüntülerinin hemen üzerine sahneye çıkmaları nostaljinin doruğuydu. Saadet Işıl Aksoy'dan Özgü Namal'a, Mert Fırat'tan Mehmet Günsür'e gençler de meşaleyi devraldıklarını gösterdiler. Belki tek falso, Bir Yudum Sevgi filmini andıktan sonra Hale Soygazi'yle benim kolkola çıkmamız oldu. Kadir İnanır'ı bekleyenler şok geçirdiler: Haklı olarak!.. Vallahi benim suçum yok!.. Kadir gelemeyince, gecenin (başarılı) mimari sevgili Yekta Kara beni ileri sürdü. Tüm itirazlarımı da "Sen benim starımsın" diye karşıladı. İlahi Yekta... Bu yaştan sonra içimde garip hevesler uyandıracak!..
Onur ödülleriyse güzel insanlara gitti. Sayısız filmin, özellikle tüm o Arzu Film komedilerinin başarılı görüntü ustası Ertunç Şenkay, Sİ- YAD'dan sonra ikinci kez onurlandırılan değerli yönetmen Yusuf Kurçenli. Ve de bu halkın gönlünde taht kurmuş iki büyük komedi ustası: Zeki Alasya ve Metin Akpınar. Gerçi bir arada çıkmadılar, ama oradaydılar ya... Ben de o gece hayatımın en değerli resimlerinden birini çektirebildim: ikisinin arasında...
Gösteriyi izleyen yemekte, şenlikten bir yaşamboyu başarı ödülü alan Bela Tarr'la karşı karşıya oturduk ve bol bol söyleştik. Sadece 55 yaşındaki Macar ustadan, sinemayı bırakma kararının kesin olduğunu öğrendim. Sorularıma şu özet yanıtı verdi: "Son filmlerimi gördünüz. Bunların üstüne ne yapabilirim?" Festivalde Torino Atı'nı mutlaka görmek için işte bir neden daha!
Ama gecenin olayı, her şeye rağmen Emek Sineması ve bu gece için davet edilen emektar müdürü Hikmet Bey'di. Ne söyleyeceği belliydi, ama birden boşandı ve gözyaşına boğuldu, hepimizi de ağlattı. Çok yaşa sen, Hikmet Bey... O ve diğer konuşanlar, Emek'in bizler için ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlattılar. Ancak bunu yetkililere bir türlü anlatamadık. Kendi adıma, sayın başbakanla bir konuşma fırsatı bulup ona anlatmak isterdim. Anlayacağına da eminim. Böylesine sevilen, savunulan bir tarihi mekanı korumak en akıllıca şey değil mi? Herkes, lütfen bunu bir daha düşünsün.