Sinema dünyası hareketlendi. Biryandan ödül mevsimine girdik. Öte yandan mevsimin tam ortasında birbirinden güzel ve iddialı filmler çıkıyor, çıkacak.
Oscar'da Bal ne yazık ki finale kalamadı. Ziyanı yok: biz iyi bir seçim yapmış ve Altın Ayı sahibi bir filmi yollamıştık. Önemli olan, üstüste iyi temsil edilmektir. Bu bir birikim, bir ilgi sağlar ve şanslı bir yılda, dünyanın en önemli ödülüne ulaşabiliriz.
Buna karşılık, Berlin'de Seyfi Teoman'ın Bizim Büyük Çaresizliğimiz'le yine Altın Ayı için yarışacağız. Bu filmin -yüzlerce başvuru arasından- yarışmaya seçiminde de 'birikim' rol oynadı elbette: geçen yılki Bal'ın başarısı ve yine Teoman'ın ilk filmi Tatil Kitabı'yla Forum denen genç sinema bölümünde yer almış olması gibi...
Tüm bunların arasında, Mahsun'un seçimi de var. Yani, Mahsun Kırmızıgül'ün avukatı aracığıyla New York'ta Beş Minare'yi Yeşilçam ve SİYAD ödüllerine sokmama açıklaması. Gerçi Sophie'nin Seçimi gibi trajik bir seçim değil bu. Daha çok komik ve kaba duruyor.
MESLEKİ SEÇİM / YARIŞMA
Kendi adıma -bir kez daha söyleyeyim- Mahsun'u sinemacı olarak başından beri tuttum, destekledim. Kara gözleri için değil elbette: Beyaz Melek ve sonra Güneşi Gördüm filmlerini sevdiğim için. Güneşi Gördüm'ün Oscar'a yollanmasını da olumlu karşıladım. Gerçi o da elendi, ama dediğim gibi bu uzun bir yoldur ve bir sabır işidir.
Ancak bu son marifet, yenilir-yutulur gibi değil. Basın bildirisinde şöyle deniyor: "Yeşilçam ve Siyad Ödülleri adı altında yapılan yarışmalara, jüride sinema meslek birliklerinden temsilci olmaması nedeniyle filmimizi katmadık. Bundan sonraki festival ve yarışmalarda, sinema meslek birlikleri temsilcilerinin denetiminde yapılmayan ve ön jüri ve jüride bulunmadığı hiçbir organizasyona katılmayacağımızı kamuoyunun bilmesini istiyoruz."
Buyurun burdan yakın!.. Neresini düzelteyim?.. Yeşilçam ödülleri Oscar'a benzer, olabildiğince meslek mensubunun ve onları temsil eden dernek/birlik üyesinin oylarıyla yapılır: birkaç bin oy... SİYAD ödülleri ise adı üstünde Sinema Yazarları Derneği'nin 80 üyesi tarafından verilir. Tıpkı Amerikan (ya da Fransız, İngiliz, vs.) eleştirmenler birliklerinin ya da Altın Küre'nin yıllık ödülleri gibi... Bunlara 'katılınmaz', bunlara filmimi katmıyorum denmez, denemez. Çünkü film, tüm sanat eserleri gibi kamuoyuna sunulduğu (gösterildiği) andan itibaren bir ölçüde kamuya aittir.
Bu tür seçimler, bildirideki sözün tersine 'yarışma' değildir, mesleki seçimdir. Kimsenin izni alınmaz, eser sahiplerinin onayı beklenmez. Siz hiç 'ben filmimi Oscar'a katmıyorum, ben Altın Küre'ye katılmıyorum" diyen birini duydunuz mu? Ama ne olur? SİYAD yeni başkanı Tunca Arslan'ın belirttiği gibi, sanatçı o ödülü reddedip almayabilir. Yıllar önce Marlon Brando'nun almadığı Oscar gibi... Eser sahipleri, filmlerini ancak festivallere katmayı reddedebilir. Bu konuda özgürdürler, kimse karışamaz.
EVRENSEL BİR GERÇEK
Mahsun tüm bunları bilmiyor mu? Öyleyse, öğrenme zamanı gelmedi mi? Filmleri en çok iş yapan, Oscar'a giden bir yönetmenin, evrensel sinema dünyasına ait bu asgari gerçekleri inatla bilmezlikten gelmesi bağışlanabilir mi? Mahsun bence öncelikle bu işleri bilmesi gereken, ama anlaşılan bilmeyen avukatını azletmeli. Sonra da kendisine iyi danışmanlar, dostlar seçmeli. Yoksa, en hafif deyimiyle gülünç olmaktan kurtulamayacak. Bu alemde, sadece kesilen bilet sayısıyla ölçülemeyecek şeyler de var çünkü...
Not: Dünkü Selmi Andak gecesi yazısında yazdığımın tersine, geceyle ilişkili basın bülteni bana çarşamba günü yollanmış, ama bilgisayarımın azizliğiyle ancak yeni ulaşabildim. İlgililerden özür diliyorum.