Her dil başlıbaşına bir zenginliktir. Ait olduğu kültürün işaretlerini, sinyallerini taşıyan, altyapısını oluşturan, onu hem yönetip hem ondan etkilenen, sayısız insanı yüzyıllar boyu biraraya getirmiş ve getirmeye devam eden büyülü bir araç; kitleleri buluşturan, hatta bireyleri kitleye dönüştüren eşsiz iletişim alanı. Dili, herhangi bir dili bırakınız yok saymayı, küçümseyip azımsamak bile kimin haddine!..
Ve insanlığın uzun tarihi boyunca oluşturduğu, yarattığı ve konuştuğu her dil güzeldir, saygındır, önemlidir. Özenle korunması ve diri tutulması gerekir. Hatta ölü bir dilse, yeniden hayata geçirilmesi. Bunun için Batı'da Latince hala öğretilen bir dildir, tüm arkeologlar da genelde eski Yunanca eğitimi alırlar.
Bunun için, Mel Gibson (evet, kadınına attığı dayak yüzünden feministlerin diline düşüp neredeyse Hollywood'dan kovulan Mel Gibson -bizim feministler, özellikle de sevgili Alin Taşçıyan onu övdüğümü duymasın, beni taşa tutarlar!), evet Mel Gibson, tarihin hangi döneminde geçerse geçsin herkesin sular-seller gibi İngilizce konuştuğu filmlere tepki olarak, İsa'nın hayatını anlattığı The Passion- Çile filminde insanları dönemin dili olan Aramice, Mayaları anlatan Apocalipto'da ise yine kayıp bir dil olan Mayaca konuşturmuş!..
Evet, elbette Kürt dili sorununa gelmek istiyorum. Ama sinema yazarının referansları kuşkusuz sinemadan olur!.. Son aylarda DVD'lerini izlediğim klasik Hollywood filmlerinde, özellikle de kara-film türündeki yapımlarda bir şey gözüme çarpıyor. 1930- 40'ların Amerika'sında, bir göçmenler toplumu olan ABD'yi oluşturan ve genelde alt kesimlerde yoğunlaşan azınlıklar, hep kendi dillerini konuşuyor: İtalyanca, İspanyolca, İbranice, Macarca, Lehçe, Yunanca, vs. İngilizceyi çat-pat konuşuyorlar, yaşlıları ise hiç konuşmuyor. Ama polisle filan karşılaşınca, kimse onlara "vatandaş, İngilizce konuş" diye hakaret etmiyor. Belli ki bu konuda uzun süre büyük tolerans tanınmış. Bir yandan genç kuşakları İngilizce eğiterek, öte yandan refahı özellikle büyük savaş sonrasında topluma yayarak... Ve de hiçbir azınlık dili üzerinde baskı uygulamadan, onları toplumun doğal birer zenginliği sayarak, Amerikan 'melting pot'unu yüzyılın en güçlü ülkesi haline getirmişler.
O çok kızdığımız, anketlere bakılırsa toplum olarak sevmediğimiz Yanki'lerden, en azından bu konuda almamız gereken dersler olduğunu düşünüyorum. 21. yüzyılın başa güreşen ülkelerinden biri olmaya giden Türkiye'de, hiçbir etnik veya dinsel grubun dilinden, dininden, kültüründen korkmayalım. Onlar nasıl Osmanlı'nın zenginliği, kentlerimizin tuzu-biberi, kültürümüzün yapıcı unsurları ve Türk hoşgörüsünün tarih içindeki canlı tanıkları olageldiyse, yeni Türkiye'de de aynı şey olmalı, olabilir.